-
دل نگردد تنگ ز آن عرصهی فراخ ** نخل تر آن جا نگردد خشک شاخ
- O geniş sahada gönül daralmaz; yaş ağaç, orada kuru dal haline gelmez.
-
حاملی تو مر حواست را کنون ** کند و مانده میشوی و سر نگون
- Şimdi duygular, sen de. Fakat bir gün yorgun, bitkin, baş aşağı bir hale geleceksin.
-
چون که محمولی نه حامل وقت خواب ** ماندگی رفت و شدی بیرنج و تاب 3185
- Uykuda duygularını taşımazsın, duygular seni taşır. Bu yorgunluk, bitkinlik gider, eziyetten, sıkıntıdan kurtulursun.
-
چاشنیی دان تو حال خواب را ** پیش محمولی حال اولیا
- Sen uyku halini, velîlerin uyanıkken de duygularını taşımamaları halinde bir çeşni bil.
-
اولیا اصحاب کهفند ای عنود ** در قیام و در تقلب هم رقود
- Be inatçı; velîler, Eshab-ı Kehf’dir. Ayakta olsalar da, yürüyüp gezseler de uykudadırlar.
-
میکشدشان بیتکلف در فعال ** بیخبر ذات الیمین ذات الشمال
- Tanrı, onları, kendilerinin haberi olmadan işletir; sağa sola çevirir.
-
چیست آن ذات الیمین فعل حسن ** چیست آن ذات الشمال اشغال تن
- O sağa çevrilme nedir? İyi iş. Ya sola çevrilme? O da bedene, varlığa ait işler.
-
میرود این هر دو کار از انبیا ** بیخبر زین هر دو ایشان چون صدا 3190
- Bu iki hal de peygamberlerden, dağdan ses gelir gibi zuhur eder. Onların, her ikisinden de haberleri yoktur.
-
گر صدایت بشنواند خیر و شر ** ذات کوه از هر دو باشد بیخبر
- Dağ, hayır olsun, şer olsun... Senin sesini sana verir, duyurur. Fakat ikisinden de bihaberdir.
-
گفتن مهمان یوسف علیه السلام را که آینه آوردمت ارمغان تا هر باری که در وی نگری روی خوب خود بینی مرا یاد کنی
- Konuğun, Yusuf-u Sıddıyk’a “Sana armağan olarak ayna getirdim. Ona her baktıkça güzel yüzünü görür beni hatırlarsın” demesi
-
گفت یوسف هین بیاور ارمغان ** او ز شرم این تقاضا زد فغان
- Yusuf “Hadi, armağanını çıkar” deyince konuk, bu istekten utanıp âdeta figan ederek.