-
آن مگس اندیشهها و آن مال تو ** ریش تو آن ظلمت احوال تو
- O sinekler; senin düşüncelerin, mallarındır; yaran da ahvalindeki zulmet!
-
ور نهد مرهم بر آن ریش تو پیر ** آن زمان ساکن شود درد و نفیر 3225
- Eğer o yaraya pîr merhem korsa o zaman derdin iyileşir, feryat ve figanın kesilir.
-
تا که پندارد که صحت یافته ست ** پرتو مرهم بر آن جا تافته ست
- Yara sahibi, merhem konunca sıhhat buldum sanır. Halbuki hakikatte oraya merhemin ışığı vurmuştur.
-
هین ز مرهم سر مکش ای پشت ریش ** و آن ز پرتو دان مدان از اصل خویش
- Kendine gel, ey sırtı yaralı, merhemden baş çekme; iyileşince de kendi kendime iyileştim deme, sıhhati merhemden bil!
-
مرتد شدن کاتب وحی به سبب آن که پرتو وحی بر او زد آن آیت را پیش از پیغامبر صلی الله علیه و اله بخواند گفت پس من هم محل وحیم
- Vahiy kâtibine vahyin ışığı urunca âyeti Peygamber Aleyhisselâm’dan önce okuması ve “Bana da vahiy geliyor” diyerek dininden dönmesi
-
پیش از عثمان یکی نساخ بود ** کاو به نسخ وحی جدی مینمود
- Osman’dan önce bir kâtip vardı. Vahyi yazmağa gayret ederdi.
-
چون نبی از وحی فرمودی سبق ** او همان را وانبشتی بر ورق
- Peygamber, kendisine vahyedilen âyetleri söyledi mi o, hemen kâğıda yazardı.
-
پرتو آن وحی بر وی تافتی ** او درون خویش حکمت یافتی 3230
- Vahyin ışığı, kâtibe vurunca, gönlüne bazı hikmetler doğardı.
-
عین آن حکمت بفرمودی رسول ** زین قدر گمراه شد آن بو الفضول
- Peygamber de onun içine doğanları aynen söylerdi. O herzevekil, bu kadarcık bir şeyden azdı. Yoldan çıkıp.
-
کانچه میگوید رسول مستنیر ** مر مرا هست آن حقیقت در ضمیر
- ”Tanrıdan nur alan Peygamber, ne söylüyorsa o söylediği şey, benim gönlümde, o hakikat benim de gönlüme doğmakta” dedi.
-
پرتو اندیشهاش زد بر رسول ** قهر حق آورد بر جانش نزول
- Düşüncesinin ışığı, Peygambere vurdu, kâtibin canına Tanrı’nın kahrı gelip çattı.