-
مصطفی فرمود کای گبر عنود ** چون سیه گشتی اگر نور از تو بود 3235
- Mustafa “ Ey inatçı kâfir! Nur, sendense niçin şimdi kapkara kesildin?
-
گر تو ینبوع الهی بودیی ** این چنین آب سیه نگشودیی
- Eğer Tanrı ırmağının kaynağı olsaydın böyle bir kara suyun bendini açmaz, akıtmazdın” dedi.
-
تا که ناموسش به پیش این و آن ** نشکند بر بست این او را دهان
- Şunun, bunun yanında namusum bir paralık olmasın düşüncesi, ağzını bağladı.
-
اندرون میسوختش هم زین سبب ** توبه کردن مینیارست این عجب
- Bu yüzden içten yanıp yakılıyordu. Fakat şaşılacak şey şurası ki tövbe de edemiyordu.
-
آه میکرد و نبودش آه سود ** چون در آمد تیغ و سر را در ربود
- Ah ediyordu, fakat ah etmesi faydasız. Kılıç gelmiş, kelleyi uçurmuştu.
-
کرده حق ناموس را صد من حدید ** ای بسا بسته به بند ناپدید 3240
- Tanrı, namusu, ar ve hayayı yüz batman ağırlığında bir demir yapmıştır. Nice kişiler, görünmez bağlarla bağlanıp kalmıştır!
-
کبر و کفر آن سان ببست آن راه را ** که نیارد کرد ظاهر آه را
- Kibir ve kâfirlik, o yolu, o kadar bağlamıştır ki kibir ve küfür sahibi, açıkça ah edemez bile!
-
گفت اغلالا فهم به مقمحون ** نیست آن اغلال بر ما از برون
- Tanrı “Onların boyunlarına zincirler vurduk, başlarını yukarı kaldırmışlardır, indiremezler “ dedi. Bu zincirler, bizden dışarıda değil.
-
خلفهم سدا فأغشیناهم ** مینبیند بند را پیش و پس او
- “Önlerine, artlarına mânialar koyduk, gözlerini perdeleyip örttük” buyurdu. Fakat bu hale uğrayan, önündeki, ardındaki mâniaya görmez.
-
رنگ صحرا دارد آن سدی که خاست ** او نمیداند که آن سد قضاست
- O dikilen mânianın çetinliği görünmez. Çünkü o kişi, kaza ve kaderin tesiriyle kurulduğunu bilmez.