-
صد دریغ و درد کاین عاریتی ** امتان را دور کرد از امتی
- Yüz binlerce ah ki bu âriyet hal, ümmetleri ümmetlikten uzaklaştırdı.
-
من غلام آن که او در هر رباط ** خویش را واصل نداند بر سماط
- Kendisini, her konakta sofra başına varacak sanmayan kişiye kul olayım.
-
بس رباطی که بباید ترک کرد ** تا به مسکن در رسد یک روز مرد 3260
- Adamın bir gün evine varabilmesi için bir çok konakları terk etmesi lâzımdır.
-
گر چه آهن سرخ شد او سرخ نیست ** پرتو عاریت آتش زنی است
- Demir kıpkırmızı oldu ama hakikatte kızıl değildir ki. Bu kızıllık, bir ocağın demire verdiği âriyet kızıllıktır.
-
گر شود پر نور روزن یا سرا ** تو مدان روشن مگر خورشید را
- Penceredeki cam, yahut ev; nurlanırsa, ışık verirse onu parlak sanma , anla ki parlaklık güneştedir.
-
هر در و دیوار گوید روشنم ** پرتو غیری ندارم این منم
- Her kapı, duvar “ Ben parlağım, başkasının nuruyla parlamıyorum. Parlayan benim” diyebilir.
-
پس بگوید آفتاب ای نارشید ** چون که من غارب شوم آید پدید
- Fakat güneş “Ey ham! Hele ben bir batayım da ne olduğun meydana çıkar” der.
-
سبزهها گویند ما سبز از خودیم ** شاد و خندانیم و بس زیبا خدیم 3265
- Yeşillikler “ Biz kendimizden yeşerdik, sevinç içindeyiz, gülümseyip duruyoruz, ta ezelden beri bu yücelik bizde var” diyebilirler.
-
فصل تابستان بگوید ای امم ** خویش را بینید چون من بگذرم
- Fakat yaz mevsimi, onlara “ Ey ümmetler, ben geçeyim de o vakit kendinizi görün” der.
-
تن همینازد به خوبی و جمال ** روح پنهان کرده فر و پر و بال
- Vücut güzellikle öğünür, nazlanır durur. Çünkü ruh, kuvvetini, kolunu kanadını gizlemiştir.