-
چون خدا ما را برای آن فراخت ** که به ما بتوان حقیقت را شناخت 3550
- Tanrı, hakikatlerin bizim vasıtamızla anlaşılması için kadrimizi yüceltti.
-
این نباشد ما چه ارزیم ای جوان ** کی شویم آیین روی نیکوان
- Eğer bu doğruluğumuz olmasaydı ne değerimiz olurdu; iyilerin yüzünü nasıl ağartırdık?” derler.
-
لیک در کش در نمد آیینه را ** گر تجلی کرد سینا سینه را
- Fakat sen, gönlüne Sinâ dağındaki Tanrı tecellisi vurduysa bile yine aynayı koynuna koy!”
-
گفت آخر هیچ گنجد در بغل ** آفتاب حق و خورشید ازل
- Zeyd, “ Tanrı güneşi, ezeli güneş, hiç koltuğa sığar mı?
-
هم دغل را هم بغل را بر درد ** نه جنون ماند به پیشش نه خرد
- Aslı olmayan şeyleri de yırtar, yakar; koltuğu da. Önünde ne delilik kalır, ne akıllılık!” dedi.
-
گفت یک اصبع چو بر چشمی نهی ** بیند از خورشید عالم را تهی 3555
- Peygamber dedi ki: “ Bir parmağını gözünün üstüne koydun mu... dünyayı güneşsiz görürsün.
-
یک سر انگشت پردهی ماه شد ** وین نشان ساتری الله شد
- Bir parmak bile, aya perde oluyor. İşte bu padişahın ayıp örtücülüğüne alâmettir.
-
تا بپوشاند جهان را نقطهای ** مهر گردد منکسف از سقطهای
- Bu suretle bir nokta ( gibi olan parmak), cihanı örter; bir sürçme de güneşi küsufa uğratır.
-
لب ببند و غور دریایی نگر ** بحر را حق کرد محکوم بشر
- Dudağını yum, denizin dibine bak. Tanrı, denizi, insana mahkûm etmiştir.
-
همچو چشمهی سلسبیل و زنجبیل ** هست در حکم بهشتی جلیل
- Nitekim Selsebîl ve Zencebîl ırmakları da Tanrı’nın cennete koyduğu kulların hükmü altındadır.