-
ماه میگوید به خاک و ابر و فی ** من بشر بودم ولی یوحی الی
- Ay; buluta, toprağa ve gölge der ki: “Ben de sizin gibi insanım. Ancak bana vahiy geliyor.
-
چون شما تاریک بودم در نهاد ** وحی خورشیدم چنین نوری بداد 3660
- Ben de yaratılışta sizin gibi karanlıktım. Fakat vahiy güneşi, bana böyle bir nur verdi.
-
ظلمتی دارم به نسبت با شموس ** نور دارم بهر ظلمات نفوس
- Güneşlere nispetle biraz karanlığım, fakat insanların karanlıklarına nispetle nurluyum.
-
ز آن ضعیفم تا تو تابی آوری ** که نه مرد آفتاب انوری
- Tahammül edebilesin diye nurum zayıf. Çünkü sen parlak güneşin eri değilsin.
-
همچو شهد و سرکه در هم بافتم ** تا سوی رنج جگر ره یافتم
- Balla sirkeden meydana gelen sirkengebin gibi ben de nurlu zulmetten meydana geldim ve bu suretle kalp hastalığına yol buldum, faydalı oldum.
-
چون ز علت وارهیدی ای رهین ** سرکه را بگذار و میخور انگبین
- Hasta adam hastalıktan kurtulunca sirkeyi bırak bal yiye gör.”
-
تخت دل معمور شد پاک از هوا ** بین که الرحمن علی العرش استوی 3665
- Gönül tahtı, heva ve hevesten arındı; gönülde “Er Rahmânu alel arşistevâ” sırrı zuhur etti.
-
حکم بر دل بعد از این بیواسطه ** حق کند چون یافت دل این رابطه
- Bundan sonra Hak, gönle vasıtasız hükmeder. Çünkü gönül bu rabıtayı buldu.
-
این سخن پایان ندارد زید کو ** تا دهم پندش که رسوایی مجو
- Bu sözün de sonu yoktur. Zeyd nerede? Ona rüsvay olmak iyi değildir, diyeyim!
-
رجوع به حکایت زید
- Zeyd’in hikâyesine dönüş
-
زید را اکنون نیابی کاو گریخت ** جست از صف نعال و نعل ریخت
- Artık Zeyd’i bulamazsın, o kaçtı; kapı yanındaki son saftan fırladı, papuçlarını bile bıraktı!