-
من ترا افسوس میکردم ز جهل ** من بدم افسوس را منسوب و اهل
- Ben bilgisizlikten seninle alay ettim. Alay edilmeğe lâyık ben oldum” dedi.
-
چون خدا خواهد که پردهی کس درد ** میلش اندر طعنهی پاکان برد 815
- Tanrı, bir kimsenin perdesini yırtmak isterse onu, temiz kişileri ta’netmeye meylettirir.
-
چون خدا خواهد که پوشد عیب کس ** کم زند در عیب معیوبان نفس
- Tanrı, bir kimsenin ayıbını örtmek isterse o kimse ayıplı kimselerin ayıbı hakkında ses çıkaramaz olur.
-
چون خدا خواهد کهمان یاری کند ** میل ما را جانب زاری کند
- Tanrı, yardım etmek dilerse bize yalvarmak ve münacatta bulunmak meylini verir.
-
ای خنک چشمی که آن گریان اوست ** وی همایون دل که آن بریان اوست
- Onun için ağlayan göz ne mübarektir. Onun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir.
-
آخر هر گریه آخر خندهای است ** مرد آخر بین مبارک بندهای است
- Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur.
-
هر کجا آب روان سبزه بود ** هر کجا اشک روان رحمت شود 820
- Akarsu neredeyse orası yeşerir; nerede gözyaşı dökülürse oraya rahmet nazil olur.
-
باش چون دولاب نالان چشم تر ** تا ز صحن جانت بر روید خضر
- İnleyen dolap gibi gözü yaşlı ol ki can meydanında yeşillikler bitsin.
-
اشک خواهی رحم کن بر اشک بار ** رحم خواهی بر ضعیفان رحم آر
- Ağlamak istersen gözyaşı dökenlere acı… Merhamete nail olmak istersen zayıflara merhamet et!
-
عتاب کردن آتش را آن پادشاه جهود
- O Yahudi padişahının ateşe itap eylemesi
-
رو به آتش کرد شه کای تند خو ** آن جهان سوز طبیعی خوت کو
- Padişah ateşe yüz çevirip dedi ki: “Ey sert huylu! Tabiatındaki o cihanı yakıcılık nerede?