-
گفت نه نه مهلتم باید نهاد ** عشوهها کم ده تو کم پیمای باد
- Firavun, hayır dedi, mutlaka bir mühlet vermek gerek. Beni aldatıp durma, yel alıp poyraz satma.
-
حق تعالی وحی کردش در زمان ** مهلتش ده متسع مهراس از آن
- Bu sırada ulu Allah’tan Musa’ya “ Ona bol, bol mühlet ver, korkma.
-
این چهل روزش بده مهلت بطوع ** تا سگالد مکرها او نوع نوع
- Bu kırk gün mühleti, ona gönül rızasıyla ver de çeşit, çeşit hileler düzsün.
-
تا بکوشد او که نی من خفتهام ** تیز رو گو پیش ره بگرفتهام
- İstediği gibi çalıp çabalasın. Ben uyumuyorum ki. Ona söyle, hızlı gitsin, fakat yolu ben tuttum, pusuda ben varım.
-
حیلههاشان را همه برهم زنم ** و آنچ افزایند من بر کم زنم 1095
- Onların hilelerini ben birbirine katar, onların arttırdıklarını ben eksiltirim.
-
آب را آرند من آتش کنم ** نوش و خوش گیرند و من ناخوش کنم
- Su getirirlerse ateş haline sokar, şerbet içerlerse zehir yaparım.
-
مهر پیوندند و من ویران کنم ** آنک اندر وهم نارند آن کنم
- Birbirlerine muhabbet bağlasalar sevgilerini yıkar, berbat ederim. Vehimlerine bile gelmeyen şeyleri yaparım ben.
-
تو مترس و مهلتش ده دمدراز ** گو سپه گرد آر و صد حیلت بساز
- Sen korkma, ona uzun bir müddet mühlet ver… Asker topla, yüzlerce hileler düz de” diye vahiy geldi.
-
مهلت دادن موسی علیهالسلام فرعون را تا ساحران را جمع کند از مداین
- Musa aleyhisselâm’ın Firavuna şehirlerdeki sihirbazları toplamak üzere mühlet vermesi
-
گفت امر آمد برو مهلت ترا ** من بجای خود شدم رستی ز ما
- Musa, “Emir geldi, mühlet sana. Bizden kurtuldun, şimdilik ben yerime gidiyorum” dedi.
-
او همیشد و اژدها اندر عقب ** چون سگ صیاد دانا و محب 1100
- Musa yola düştü, ejderha da bilgili ve dost bir av köpeği gibi peşine takıldı.