-
منتها نبود که موقوفست او ** منتظر بنشسته باشد حالجو
- Bekleyip duran, oturup hal arayan, hal bekleyen kişi, işin sonuna varmış değildir.
-
کیمیای حال باشد دست او ** دست جنباند شود مس مست او
- Sona varan kişinin eli, hal kimyasıdır, elini oynattı mı bakır, sarhoş bir hale gelir, altın olur.
-
گر بخواهد مرگ هم شیرین شود ** خار و نشتر نرگس و نسرین شود
- Dilerse söyler, hale ferman eder… Dilerse, hükdiken ve neşter, nerkis ve ağustos gülü kesilir.
-
آنک او موقوف حالست آدمیست ** کو بحال افزون و گاهی در کمیست 1425
- Hâle mahkûm olansa hal gelince derecesi artan, halsiz kalınca rütbesi eksilen bir adamdır.
-
صوفی ابن الوقت باشد در منال ** لیک صافی فارغست از وقت و حال
- Hulâsa sofi “İbn-al vakit” tir, fakat vakitten de kurtulmuştur, halden de.
-
حالها موقوف عزم و رای او ** زنده از نفخ مسیحآسای او
- Haller, onun azmine onun reyine mahkûmdur. Haller, onun Mesih’in nefesine benzeyen nefesleriyle diridir.
-
عاشق حالی نه عاشق بر منی ** بر امید حال بر من میتنی
- Sense hale âşıkısın, bana değil. Sen, bir hale sahip olmak ümidiyle benim etrafımda dönüp dolaşıyorsun.
-
آنک یک دم کم دمی کامل بود ** نیست معبود خلیل آفل بود
- Bir an eksilen, bir an artıp kemâl bulan hal, Halil’in mâbudu olamaz, batar gider.
-
وانک آفل باشد و گه آن و این ** نیست دلبر لا احب افلین 1430
- Batıp giden, gâh böyle, gâh şöyle olan güzel değildir, ben batıp gidenleri sevmem.
-
آنک او گاهی خوش و گه ناخوشست ** یک زمانی آب و یک دم آتشست
- Bazen hoş, bazen nahoş olan, bir zaman su, bir zaman ateş kesilen,