-
موش کی ترسد ز شیران مصاف ** بلک آن آهوتگان مشکناف
- Fare, nasıl olurda savaş aslanlarından korkar. Onlardan korkanlar, misk ceylânlarıdır ancak.
-
رو به پیش کاسهلیس ای دیگلیس ** توش خداوند و ولی نعمت نویس
- Yürü ey çömlek yalayıcı, kâse yalayıcının yanına git… Onu kendine Allah say, velinimet say!
-
بس کن ار شرحی بگویم دور دست ** خشم گیرد میر و هم داند که هست
- Kâfi yeter artık… Uzun uzadıya anlatmaya girişsem beyler, padişahlar, hem kızarlar, hem de anlattıklarımın kendilerinde olduğunu bilirler anlarlar.
-
حاصل این آمد که بد کن ای کریم ** با لیمان تا نهد گردن لیم
- Hulâsa ey kerem sahibi, alçak nefse iyilik etme, kötü davran da alçaklarla beraber o da sana boyun eğsin, teslim olsun.
-
با لیم نفس چون احسان کند ** چون لیمان نفس بد کفران کند 3010
- Alçak nefse ihsanda bulunursa alçaklar gibi nimeti inkâr eder, azgınlaşır.
-
زین سبب بد که اهل محنت شاکرند ** اهل نعمت طاغیند و ماکرند
- İşte mihnette, meşakkatte bulunanların şükretmesi, nimet ve devlet sahiplerinin azgın ve hilebaz olmaları bu yüzdendir.
-
هست طاغی بگلر زرینقبا ** هست شاکر خستهی صاحبعبا
- Altınlarla bezenmiş kaftanlara bürünen beyler, padişahlar azgın kişilerdir. Abaya sarınan yoksul yok mu? Şükreden odur işte.
-
شکر کی روید ز املاک و نعم ** شکر میروید ز بلوی و سقم
- Mal, mülk, devlet ve nimet sahipleri hiç şükrederler mi? Şükür mihnetten ve meşakkatten biter, gelişir.
-
قصه عشق صوفی بر سفرهی تهی
- Sofinin boş sofraya sevdalanması
-
صوفیی بر میخ روزی سفره دید ** چرخ میزد جامهها را میدرید
- Bir sofi bir gün çiviye asılmış bir sofra gördü. Vecde geldi, dönmeye, oynamaya başladı, elbisesini yırtıyor.
-
بانگ میزد نک نوای بینوا ** قحطها و دردها را نک دوا 3015
- İşte azıkların azığı... İşte kıtlıkların, dertlerin devası diye nâralar atıyordu.