-
او در آخر چرب میبیند علف ** وین ز قصاب آخرش بیند تلف
- Akılsız, ahırdaki otu tatlı görür… Akıllı, ahırdaki hayvanın nihayet kasap elinde telef olacağını görür, bilir.
-
آن علف تلخست کین قصاب داد ** بهر لحم ما ترازویی نهاد
- Şu kasabın verdiği ot yok mu? Acıdır, acı! Kasap o otu bizi semirtmek, tartıda ağır gelmemizi temin etmek için veriyor.
-
رو ز حکمت خور علف کان را خدا ** بی غرض دادست از محض عطا
- Yürü, Allah’ın verdiği hikmet otunu ye! Çünkü Allah, onu ancak cömertliğinden, ihsanından dolayı karşılık istemeksizin vermiştir.
-
فهم نان کردی نه حکمت ای رهی ** زانچ حق گفتت کلوا من رزقه 3745
- Allah “Allah’ın verdiği rızıktan yiyin” dedi. Sen, buradaki rızkı ekmek sandın, hikmet olduğunu anlamadın ha!
-
رزق حق حکمت بود در مرتبت ** کان گلوگیرت نباشد عاقبت
- Allah’ın verdiği rızık, insan mertebesine göre hikmettir. O rızık sonunda senin boğazında durmaz, seni öldürüp mahvetmez!
-
این دهان بستی دهانی باز شد ** کو خورندهی لقمههای راز شد
- Bu ağzını kapadın mı başka bir ağız açılır… O ağız sır lokmalarını yer, yutar.
-
گر ز شیر دیو تن را وابری ** در فطام اوبسی نعمت خوردی
- Bedenini Şeytan aslanından kurtarabilirsen Allah sofrasında nice nimetler yersin!
-
ترکجوشش شرح کردم نیمخام ** از حکیم غزنوی بشنو تمام
- Ben bu sözü, Türklerin et yemeği gibi yarı pişmiş, yarı ham bir halde anlattım. Sen tamamını Hâkim-i Gaznevî’den duy!
-
در الهینامه گوید شرح این ** آن حکیم غیب و فخرالعارفین 3750
- O gayb hakîmi, o ariflerin övündükleri zat, bunu İlahînâme’de anlatır:
-
غم خور و نان غمافزایان مخور ** زانک عاقل غم خورد کودک شکر
- Gam ye de, gam artıranların, seni derde sokanların ekmeğini yeme... çünkü akıllı adam gam yer, çocuksa şeker!