گنجها بنهاد آن جانباز از آن ** کوری ترسانی واپس خزان
O canıyla oynayan er, gerisin geriye çekilip kaçan korkakların rağmine definelerine sahip oldu.
این زر ظاهر بخاطر آمدست ** در دل هر کور دور زرپرست
Her kör ve hakikatten uzak kalmış altına tapan kişinin hatırına bu hikâyeyi duyunca derhal zahiri altın gelir.
کودکان اسفالها را بشکنند ** نام زر بنهند و در دامن کنند4360
Çocuklar saksıları kırar, o kırık parçalara altın adını takar eteklerine koyarlar.
اندر آن بازی چو گویی نام زر ** آن کند در خاطر کودک گذر
Oyun oynarken o parçalara altın adını taktın ya… Artık ne vakit altın desen çocuğun aklına saksı kırıkları gelir.
بل زر مضروب ضرب ایزدی ** کو نگردد کاسد آمد سرمدی
Fakat erlerin kastettikleri altın ne o altındır, ne bu altın. Onlar üstüne, Allah’ın adı basılmış hakikî altını kastederler. O altın, ne kesada uğrar, ne ziyana… Ebedî ve daimîdir.
آن زری کین زر از آن زر تاب یافت ** گوهر و تابندگی و آب یافت
O altın, öyle bir altındır ki bu zahirî altın, parlaklığını ondan almış, kadir ve kıymeti ondan bulmuştur.
آن زری که دل ازو گردد غنی ** غالب آید بر قمر در روشنی
Gönül, o altından ganileşir… Parlaklık ve aydınlıkta aydan bile üstündür.
شمع بود آن مسجد و پروانه او ** خویشتن در باخت آن پروانهخو4365
O mescit, bir mumdu, adamda pervane… O pervane huylu, âdeta canıyla oynamaktaydı.
پر بسوخت او را ولیکن ساختش ** بس مبارک آمد آن انداختش
Ateş, kanadını yaktı ama daha güzel kanat ihsan etti. O ateşe atılma, âşıka pek kutlu geldi, pek!
همچو موسی بود آن مسعودبخت ** کاتشی دید او به سوی آن درخت
O bahtı kutlu, Musa’ya benziyordu. Ağacın civarında bir ateştir, görmüştü.