English    Türkçe    فارسی   

3
4794-4803

  • صد هزاران خلق نانها می‌خورند ** زور می‌یابند و جان می‌پرورند
  • Nice yüz binlerce adam da vardır ki ekmek yer, kuvvetlenir, can besler.
  • تو بدان نادر کجا افتاده‌ای ** گر نه محرومی و ابله زاده‌ای 4795
  • Ezelden mahrum ve bir ahmağın oğlu değilsen o arada bir olup gelen şeye neden saplandın?
  • این جهان پر آفتاب و نور ماه ** او بهشته سر فرو برده به چاه
  • Şu âlem, güneşin, ayın nuruyla dopdolu da o, başını kuyunun dibine eğmiş.
  • که اگر حقست پس کو روشنی ** سر ز چه بردار و بنگر ای دنی
  • “Aydınlık var diyorlar, bu söz doğruysa nerede, hani?” deyip duruyor. A alçak, başını kuyudan kaldır da bak!
  • جمله عالم شرق و غرب آن نور یافت ** تا تو در چاهی نخواهد بر تو تافت
  • Bütün dünya… Doğu, batı, o nurla nurlanmış… Fakat sen kuyudayken o nur, sana vurmaz ki!
  • چه رها کن رو به ایوان و کروم ** کم ستیز اینجا بدان کاللج شوم
  • Kuyuyu bırak, köşklere, bağlara git; burada inat edip durma, inat meş’umdur denmiş!
  • هین مگو کاینک فلانی کشت کرد ** در فلان سالی ملخ کشتش بخورد 4800
  • Kendine gel, filân adam filân yıl ekin ektide mahsulünü çekirgeler yedi…
  • پس چرا کارم که اینجا خوف هست ** من چرا افشانم این گندم ز دست
  • Ben neye ekeyim, burası korkulu bir yer… Neden elimdeki buğdayı yerlere saçayım deme.
  • و آنک او نگذاشت کشت و کار را ** پر کند کوری تو انبار را
  • Ekin ekmeyi terk etmeyen, işten güçten kalmayan ekti de sen, kör gibi durup dururken ambarlar doldurdu.
  • چون دری می‌کوفت او از سلوتی ** عاقبت در یافت روزی خلوتی
  • O delikanlı da ümitle, neşeyle bir kapıyı çalıp duruyordu; nihayet bir gün sevgilisini tenhaca buldu, vuslatına erdi.