-
عصمت یا نار کونی باردا ** لا تکون النار حرا شاردا
- Ey ateş, soğu, yakma emrinin koruması yüzünden ateş yakmaz, bir zarar vermez” diye vahiy gelmişti.
-
زن بوحی انداخت او را در شرر ** بر تن موسی نکرد آتش اثر 955
- Kadın, vahiy üzerine Musa’yı ateşe attı. Fakat ateş Musa’yı yakmadı.
-
پس عوانان بی مراد آن سو شدند ** باز غمازان کز آن واقف بدند
- Memurlar, bunu görünce meyus olup muratlarına erişmediler, çekilip gittiler. Fakat kovucular, yine bu işi anlayıp,
-
با عوانان ماجرا بر داشتند ** پیش فرعون از برای دانگ چند
- Firavundan birkaç para koparmak için memurlara macerayı anlattılar.
-
کای عوانان باز گردید آن طرف ** نیک نیکو بنگرید اندر غرف
- O tarafa dönün, pencereden iyice bir bakın dediler.
-
وحی آمدن به مادر موسی کی موسی را در آب افکن
- Musa’yı suya at diye anasına vahiy gelmesi
-
باز وحی آمد که در آبش فکن ** روی در اومید دار و مو مکن
- Musa’nın anasına yine “Çocuğunu suya at, saçını, başını yolma, ümitlen,
-
در فکن در نیلش و کن اعتماد ** من ترا با وی رسانم رو سپید 960
- İtimat et, onu Nil’e at… Ben, onu yüzü ak olarak sana kavuştururum” diye vahiy geldi.
-
این سخن پایان ندارد مکرهاش ** جمله میپیچید هم در ساق و پاش
- Bu sözün sonu gelmez ki. Firavunun bütün hileleri, yakasına, paçasına dolaşmaktaydı.
-
صد هزاران طفل میکشت او برون ** موسی اندر صدر خانه در درون
- O, dışarıda yüz binlerce çocuk öldürüyordu; Musa ise evinin içinde başköşede yetişmekteydi.
-
از جنون میکشت هر جا بد جنین ** از حیل آن کورچشم دوربین
- O uzağı gören kör Firavun, hilelere sapıp deliliğinden nerede yeni doğmuş bir çocuk varsa öldürtmekteydi.