-
فضل مسها را سوی اکسیر راند ** آن زراندود از کرم محروم ماند
- Allah ihsanı, bakırları iksire doğru sürer götürür... Fakat o altın yaldızlı, bu ihsandan mahrum kalır.
-
ای زراندوده مکن دعوی ببین ** که نماند مشتریت اعمی چنین
- Ey altın yaldızlı, davaya kalkışma da sana müşteri olan hep böyle kör kalmaz, sen onu gör!
-
نور محشر چشمشان بینا کند ** چشم بندی ترا رسوا کند
- Mahşer nuru, onların gözlerini açar... Onların gözlerini sen bağlıyordun ya... Bu yüzden rüsvay olursun sen!
-
بنگر آنها را که آخر دیدهاند ** حسرت جانها و رشک دیدهاند 1690
- İşin sonunu gören, canların ve gözlerin hasedini çeken kişileri gör!
-
بنگر آنها را که حالی دیدهاند ** سر فاسد ز اصل سر ببریدهاند
- Bir de bu günkü gören kişileri seyret! Bunlar, içleri bozuk kişilerdir... Asıldan baş çekmişler, ayrılmışlardır!
-
پیش حالیبین که در جهلست و شک ** صبح صادق صبح کاذب هر دو یک
- Bugünü görenlere, bu yüzden bilgisizlikte ve şüphede kalanlara göre suphu sadıkla suphu kâzibin ikisi de birdir.
-
صبح کاذب صد هزاران کاروان ** داد بر باد هلاکت ای جوان
- Suphu kâzip, yüz binlerce kervanı helak yeliyle süpürmüş, gitmiştir civanım!
-
نیست نقدی کش غلطانداز نیست ** وای آن جان کش محک و گاز نیست
- Cihanda hiçbir nakit yoktur ki o, isteklileri yanıltmasın... Vay o kişinin canına ki mihengi makası yoktur!
-
زجر مدعی از دعوی و امر کردن او را به متابعت
- Dâvaya kalkışan kişiye, dâvadan geçmesi için ısrar ve peygamberlere uymasını emrediş
-
بو مسیلم گفت خود من احمدم ** دین احمد را به فن برهم زدم 1695
- Ebu Süleyman dedi ki: ben de Ahmet’im... Ahmet’in dinini hileyle vurup kıracağım
-
بو مسیلم را بگو کم کن بطر ** غرهی اول مشو آخر نگر
- Ebu Süleyman’a de ki: Pek kibirlenme, işin önüne bakıp böbürlenme, sonuna bak!