-
که عجایب نقشها آن کلک کرد ** همچو ریحان و چو سوسنزار و ورد
- Dedi ki: O kalem, kağıdı fesleğen, süsen ve gül bahçesi haline getirdi... acayip şekiller yaptı.
-
گفت آن مور اصبعست آن پیشهور ** وین قلم در فعل فرعست و اثر
- O karınca, o sanatı yapan parmaklardır... şu kalem, yaptığı işte parmaklara tabidir, parmakların fer-i ve eseridir dedi.
-
گفت آن مور سوم کز بازوست ** که اصبع لاغر ز زورش نقش بست
- Üçüncü karınca dedi ki: Hayır... onları yapan koldur. Arık parmaklar, onun kuvvetiyle o nakışları çizdi.
-
همچنین میرفت بالا تا یکی ** مهتر موران فطن بود اندکی 3725
- Böylece her biri bahiste ileriye doğru gitti. Nihayet birazcık anlayışı olan ve karıncaların ulusu bulunan bir karınca,
-
گفت کز صورت مبینید این هنر ** که به خواب و مرگ گردد بیخبر
- Dedi ki: Bu hüneri, suret yapıyor sanmayın, öyle görmeyin! Suret, uykuda ve ölümde bundan bihaberdir.
-
صورت آمد چون لباس و چون عصا ** جز به عقل و جان نجنبد نقشها
- Suret elbise ve sopa gibidir... bu nakışları, akıldan, candan başka bir şey yapamaz!
-
بیخبر بود او که آن عقل و فاد ** بی ز تقلیب خدا باشد جماد
- Halbuki o da, akılla canın, Allahnın döndürüp hareket ettirmesi olmazsa cansız bir şeyden ibaret olduğunu bilmiyordu.
-
یک زمان از وی عنایت بر کند ** عقل زیرک ابلهیها میکند
- Allah, akıldan bir an inayeti kesti mi zeka sahibi olan akıl, aptallılar yapar.
-
چونش گویا یافت ذوالقرنین گفت ** چونک کوه قاف در نطق سفت 3730
- Zülkarneyn, Kafdağı'nın konuştuğunu, söz incilerini deldiğini görünce,
-
کای سخنگوی خبیر رازدان ** از صفات حق بکن با من بیان
- Dedi ki: Ey sırları bilen ve her şeyden haberi olan, söz söyleyen dağ, bana Allah sanatlarından bahset.