English    Türkçe    فارسی   

4
864-873

  • آن غلامان و کنیزان بناز ** پیش چشمش هم‌چو پوسیده پیاز
  • O nazlı nazenin kölelerle cariyeler, gözüne porsumuş, kokmuş, çürümüş soğan gibi görünmeye başladı.
  • باغها و قصرها و آب رود ** پیش چشم از عشق گلحن می‌نمود 865
  • Bağlar, köşkler, ırmaklar, aşk yüzünden gözüne külhan gibi görünüyordu.
  • عشق در هنگام استیلا و خشم ** زشت گرداند لطیفان را به چشم
  • Aşk, kızıştı da akın etti mi bütün güzeller, göze çirkin görünür.
  • هر زمرد را نماید گندنا ** غیرت عشق این بود معنی لا
  • Aşk gayreti, zümrüdü bile insanın gözüne pırasa kadar adi gösterir... İşte “Lâ”nın manası budur.
  • لااله الا هو اینست ای پناه ** که نماید مه ترا دیگ سیاه
  • Ey sığınacak yer arayan, “Lâ ilâhe illâ Hû” budur... Ay bile sana kararmış çömlek gibi görünür!
  • هیچ مال و هیچ مخزن هیچ رخت ** می دریغش نامد الا جز که تخت
  • Belkıs da hiçbir mala hiçbir hazineye, hiçbir değerli şeye ehemmiyet vermiyordu... Yalnız tahtından geçememişti.
  • پس سلیمان از دلش آگاه شد ** کز دل او تا دل او راه شد 870
  • Süleyman, Belkıs’ın gönlündekini anladı... Çünkü Süleyman’ın gönlünden Belkıs’ın gönlüne yol olmuştu!
  • آن کسی که بانگ موران بشنود ** هم فغان سر دوران بشنود
  • Karıncaların sesini bile duyan, elbette uzaktakilerin feryadını da duyar.
  • آنک گوید راز قالت نملة ** هم بداند راز این طاق کهن
  • “Bir karınca dedi ki” sırrını söyleyen, bu köhne kemerin, bu eski dünyanın sırrını da bilir.
  • دید از دورش که آن تسلیم کیش ** تلخش آمد فرقت آن تخت خویش
  • Uzaktan gördü ki o kendisini bile teslim eden Belkıs’a, yalnız tahtından ayrılmak acı geliyor!