-
سینه کوبان آن چنان بگریست خوش ** که اختران گریان شدند از گریهاش 935
- Göğsünü döverek öyle yanık yanık ağlıyordu ki ağlamasına bakıp yıldızlar bile ağlamaya koyuldular!
-
حکایت آن پیر عرب کی دلالت کرد حلیمه را به استعانت به بتان
- Halime’yi, yardım istemek üzere putlara götüren ihtiyar Arap
-
پیرمردی پیشش آمد با عصا ** کای حلیمه چه فتاد آخر ترا
- Bu sırada ihtiyar bir adam, elindeki sopasını kaka kaka çıkageldi. Dedi ki: “A Halime, başına ne geldi senin?
-
که چنین آتش ز دل افروختی ** این جگرها را ز ماتم سوختی
- Neden böyle ağlıyor, yasla ciğerler dağlıyorsun?”
-
گفت احمد را رضیعم معتمد ** پس بیاوردم که بسپارم به جد
- Halime “Ben Ahmed’in inanılır, güvenilir sütninesiyim... Onu atasına teslim etmek üzere getirdim.
-
چون رسیدم در حطیم آوازها ** میرسید و میشنیدم از هوا
- Fakat Hatîme gelince kulağıma havadan sesler gelmeye başladı.
-
من چو آن الحان شنیدم از هوا ** طفل را بنهادم آنجا زان صدا 940
- Gökten gelen o sesleri duyunca çocuğu oraya bıraktım...
-
تا ببینم این ندا آواز کیست ** که ندایی بس لطیف و بس شهیست
- Bu sözleri kim söylüyor, göreyim dedim... Çünkü pek lâtif, pek güzel bir sesti o.
-
نه از کسی دیدم بگرد خود نشان ** نه ندا می منقطع شد یک زمان
- Ne etrafımda kimseyi gördüm, ne de bir an o ses kesildi.
-
چونک واگشتم ز حیرتهای دل ** طفل را آنجا ندیدم وای دل
- Şaşırıp kaldım, şaşkınlıkla şuraya buraya giderken bir de baktım ki çocuk, koyduğum yerde yok... Eyvahlar olsun, yazık oldu bana!”
-
گفتش ای فرزند تو انده مدار ** که نمایم مر ترا یک شهریار
- İhtiyar, “Meraklanma, kederlenme... Ben sana bir padişah göstereyim.