-
گفت آخر امر فرمود او به حلم ** هر دو امرند آن بگیر از راه علم
- Toprak, O, ilim sahibi olmayı da emretti. İkisi de emir. Bilgi yolu ile lütfet de halim ol, o emri tut dedi ama,
-
گفت آن تاویل باشد یا قیاس ** در صریح امر کم جو التباس
- Azrail, O, ya tevildir, ya kıyas. Apaçık emirde öyle tevile, kıyasa az uy.
-
فکر خود را گر کنی تاویل به ** که کنی تاویل این نامشتبه
- Kendi düşünceni tevil etsen daha iyi. Başka hiçbir emre benzemeyen bu açık emri tevil etmekten daha yeğ.
-
دل همیسوزد مرا بر لابهات ** سینهام پر خون شد از شورابهات 1660
- Yalvarmana içim yanıp durmada. Acı gözyaşlarından gönlüm kanla doldu.
-
نیستم بیرحم بل زان هر سه پاک ** رحم بیشستم ز درد دردناک
- Merhametsiz değilim, hatta o üç temiz melekten daha merhametliyim ben, senin derdinle dertleniyorum.
-
گر طبانجه میزنم من بر یتیم ** ور دهد حلوا به دستش آن حلیم
- Ben bir yetime tokat atsam, halim bir adam da ona tatlı bir şey verse,
-
این طبانجه خوشتر از حلوای او ** ور شود غره به حلوا وای او
- Bu tokat onun tatlısından daha hoştur. Eyvah Eğer o tatlıya kanarsa.
-
بر نفیر تو جگر میسوزدم ** لیک حق لطفی همیآموزدم
- Feryadından ciğerim yanıyor. Fakat Tanri, bana başka bir çeşit lütuf öğretmede.
-
لطف مخفی در میان قهرها ** در حدث پنهان عقیق بیبها 1665
- Gizli lütuf, kahırlar içindedir; değer biçilmez akikin pislik içinde oluşu gibi.
-
قهر حق بهتر ز صد حلم منست ** منع کردن جان ز حق جان کندنست
- Tanrı’nın kahrı, benim ilmimden yüz kat iyidir. Tanrı’dan canını esirgemek can çekişmektir.