-
خود تو میخوانی نه من ای مقتدی ** من که طورم تو موسی وین صدا
- Ey uyduğum zat, zaten okursun, ben okuyamam. Ben Tur dağına benzerim, sen Musa’sın bu da ses.
-
کوه بیچاره چه داند گفت چیست ** زانک موسی میبداند که تهیست
- Biçare dağ söz nedir, ne bilsin? Dağ, bomboştur, sözü Musa bilir.
-
کوه میداند به قدر خویشتن ** اندکی دارد ز لطف روح تن 1900
- Dağ, bilse bilse kadrince bilir. Beden ruh letafetinden çok az bir şeye maliktir.
-
تن چو اصطرلاب باشد ز احتساب ** آیتی از روح همچون آفتاب
- Ten, hesaplarsan usturlaba benzer, güneşe benzeyen ruhun bir delilidir.
-
آن منجم چون نباشد چشمتیز ** شرط باشد مرد اصطرلابریز
- Gözü iyi görmeyen müneccimin usturlaba müracaatı zaruridir.
-
تا صطرلابی کند از بهر او ** تا برد از حالت خورشید بو
- Güneşi usturlapla hesaplaması lazımdır ki güneşin nerede bulunduğundan bir koku alsın.
-
جان کز اصطرلاب جوید او صواب ** چه قدر داند ز چرخ و آفتاب
- Doğruyu usturlapla arayan can, gökyüzünü ve güneşi ne kadar bilebilir?
-
تو که ز اصطرب دیده بنگری ** درجهان دیدن یقین بس قاصری 1905
- Sen göz usturlabı ile bakıp gördükçe alemi pek dar görürüsün.
-
تو جهان را قدر دیده دیدهای ** کو جهان سبلت چرا مالیدهای
- Sen alemi gözünün alabildiği kadar görebilirsin. Halbuki alem nerede, sen neredesin? Neye bıyığını buruyorsun ya?
-
عارفان را سرمهای هست آن بجوی ** تا که دریا گردد این چشم چو جوی
- Ariflerin bir sürmesi vardır, onu ara da dereye benzeyen su gözün deniz kesilsin.