-
کوه میداند به قدر خویشتن ** اندکی دارد ز لطف روح تن 1900
- Dağ, bilse bilse kadrince bilir. Beden ruh letafetinden çok az bir şeye maliktir.
-
تن چو اصطرلاب باشد ز احتساب ** آیتی از روح همچون آفتاب
- Ten, hesaplarsan usturlaba benzer, güneşe benzeyen ruhun bir delilidir.
-
آن منجم چون نباشد چشمتیز ** شرط باشد مرد اصطرلابریز
- Gözü iyi görmeyen müneccimin usturlaba müracaatı zaruridir.
-
تا صطرلابی کند از بهر او ** تا برد از حالت خورشید بو
- Güneşi usturlapla hesaplaması lazımdır ki güneşin nerede bulunduğundan bir koku alsın.
-
جان کز اصطرلاب جوید او صواب ** چه قدر داند ز چرخ و آفتاب
- Doğruyu usturlapla arayan can, gökyüzünü ve güneşi ne kadar bilebilir?
-
تو که ز اصطرب دیده بنگری ** درجهان دیدن یقین بس قاصری 1905
- Sen göz usturlabı ile bakıp gördükçe alemi pek dar görürüsün.
-
تو جهان را قدر دیده دیدهای ** کو جهان سبلت چرا مالیدهای
- Sen alemi gözünün alabildiği kadar görebilirsin. Halbuki alem nerede, sen neredesin? Neye bıyığını buruyorsun ya?
-
عارفان را سرمهای هست آن بجوی ** تا که دریا گردد این چشم چو جوی
- Ariflerin bir sürmesi vardır, onu ara da dereye benzeyen su gözün deniz kesilsin.
-
ذرهای از عقل و هوش ار با منست ** این چه سودا و پریشان گفتنست
- Zerrece aklım fikrim varsa bu ne sevdadır, bu ne dağınık söz?
-
چونک مغز من ز عقل و هش تهیست ** پس گناه من درین تخلیط چیست
- Aklım, fikrim başımda yoksa benim bunda ne günahım var?