-
ور بکردی نیز از بهر گلو ** آن گلو از نور حق دارد غلو
- Hattâ boğazı için bile dilense ne çıkar? O boğaz, Tanrı nuriyle dopdoluydu.
-
در حق او خورد نان و شهد و شیر ** به ز چله وز سه روزهی صد فقیر 2705
- Onun ekmek, bal ve süt yemesi, yüz yoksulun çilesinden, üç günde bir iftar ederek oruç tutmasından daha hayırlıydı.
-
نور مینوشد مگو نان میخورد ** لاله میکارد به صورت میچرد
- O, nur yer, ekmek yiyor deme. Görünüşte otlar, fakat hakikatte lâle eker.
-
چون شراری کو خورد روغن ز شمع ** نور افزاید ز خوردش بهر جمع
- Kandilin yağını yiyen alev gibi o da etrafındakileri aydınlatır, onların nurunu artırır.
-
نانخوری را گفت حق لاتسرفوا ** نور خوردن را نگفتست اکتفوا
- Tanrı, ekmek yiyene "israf etmeyin" dedi, nur yiyene "Artık kâfi" demedi.
-
آن گلوی ابتلا بد وین گلو ** فارغ از اسراف و آمن از غلو
- O boğaz, iptilâ boğazıdır, buysa israftan da. emin, ileri gidişten de.
-
امر و فرمان بود نه حرص و طمع ** آن چنان جان حرص را نبود تبع 2710
- Şeyhin bu hale düşmesi hırsından, tamahından değildi, buyruğa uymasındandı. Öyle can hırsa, tamaha uymaz ki.
-
گر بگوید کیمیا مس را بده ** تو به من خود را طمع نبود فره
- Kimya, bakıra, gel kendini tamamiyle bana ver derse bu sözü tamahından söylemez.
-
گنجهای خاک تا هفتم طبق ** عرضه کرده بود پیش شیخ حق
- Tanrı, yedinci göğe kadar toprak hazinelerini Şeyhe göstermişti.
-
شیخ گفتا خالقا من عاشقم ** گر بجویم غیر تو من فاسقم
- Şeyh dedi ki: Ey beni yaratan! Ben âşıkım. Senden başka bir şey dilersem kötü kişi olayım.