-
آن یکی میخورد نان فخفره ** گفت سایل چون بدین استت شره
- Birisi küflü ekmek yiyordu. Bir adam, neden bu kadar haris ve aç gözlü oldun? diye sordu?
-
گفت جوع از صبر چون دوتا شود ** نان جو در پیش من حلوا شود 2835
- Dedi ki: Sabrın sonucunda açlık, iki misli arttı mı arpa ekmeği bile bana helva gelir.
-
پس توانم که همه حلوا خورم ** چون کنم صبری صبورم لاجرم
- Sabrettim, sabırlı oldum mu daima helva yemiş olurum.
-
خود نباشد جوع هر کس را زبون ** کین علفزاریست ز اندازه برون
- Zaten açlık, herkese zebun olmaz ki. Bu açlık, hadden aşırı bir otlaktır.
-
جوع مر خاصان حق را دادهاند ** تا شوند از جوع شیر زورمند
- Açlığı, onunla güçlü kuvvetli aslan kesilsinler diye ancak Tanrı haslarına vermişlerdir.
-
جوع هر جلف گدا را کی دهند ** چون علف کم نیست پیش او نهند
- Açlığı, öyle her âdi yoksula nerden verecekler? Ot az değil a, önüne koyuverirler.
-
که بخور که هم بدین ارزانیی ** تو نهای مرغاب مرغ نانیی 2840
- Ye derler, sen ancak buna lâyıksın. Suda yüzen kuş değilsin sen, ekmek yiyen bir kuşsun.
-
حکایت مریدی کی شیخ از حرص و ضمیر او واقف شد او را نصیحت کرد به زبان و در ضمن نصیحت قوت توکل بخشیدش به امر حق
- Bir şeyhin, dervişin içini okuyup hırsını anlaması, ona dille nasihat vererekTanrı emriyle Tanrı'ya dayanma kuvvetini bağışlaması
-
شیخ میشد با مریدی بیدرنگ ** سوی شهری نان بدانجا بود تنگ
- Bir şeyh, müridiyle dara düşmüştü. Şehirde ekmek vardı, bulundukları yerde kıttı.
-
ترس جوع و قحط در فکر مرید ** هر دمی میگشت از غفلت پدید
- Müridin gönlünde açlık ve kıtlık korkusu, gafletinden her an artmaktaydı.
-
شیخ آگه بود و واقف از ضمیر ** گفت او را چند باشی در زحیر
- Şeyh biliyordu, müridin içinden geçeni anlamıştı. Ona dedi ki: Ne vakte dek bu elem, bu ıstırap içinde kalacaksın?