-
این دل سرگشته را تدبیر بخش ** وین کمانهای دوتو را تیر بخش
- Allahm, bu şaşkın gönle bir ok bağışla, bu iki kat olmuş yaylara bir ok ver.
-
جرعهای بر ریختی زان خفیه جام ** بر زمین خاک من کاس الکرام
- Uluların içtikleri o gizli kadehten yeryüzüne bir yudumcuk saçtın.
-
هست بر زلف و رخ از جرعهش نشان ** خاک را شاهان همیلیسند از آن
- Güzellerin saçlarında, yüzlerinde o bir yudumcuk şarabın nişanesi var. Padişahlar, bu yüzden topraktan meydana gelen güzelleri yalar dururlar.
-
جرعه حسنست اندر خاک گش ** که به صد دل روز و شب میبوسیش
- Gece gündüz yüzlerce gönülle o topraktan meydana gelen güzeli öpüp durman, onda güzelliğin bir zerresi bulunduğundandır.
-
جرعه خاک آمیز چون مجنون کند ** مر ترا تا صاف او خود چون کند 375
- Seni, toprakla karışmış bir yudumcuk güzellik şarabı böyle deli divane ediyor, artık onun safı neler yapmaz?
-
هر کسی پیش کلوخی جامهچاک ** که آن کلوخ از حسن آمد جرعهناک
- Herkes bir kerpiç parçasının önünde yenini, yakasını yırtmakta. Halbuki o kerpiç, güzelliğin bir yudumcuğuna, bir zerreciğine sahip.
-
جرعهای بر ماه و خورشید و حمل ** جرعهای بر عرش و کرسی و زحل
- Ayda, güneşte, hamel burcunda bir yudumcuk güzellik şarabı var. Arşta kürsüde, zuhal yıldızında bir zerrecik güzellik var.
-
جرعه گوییش ای عجب یا کیمیا ** که ز اسیبش بود چندین بها
- Ona bir yudum mu dersin, yoksa şaşılacak bir şey bu kimya mı dersin? Ona bir sürtünmekle bu kadar güzellikler meydana geliyor.
-
جد طلب آسیب او ای ذوفنون ** لا یمس ذاک الا المطهرون
- Ey akıllı kişi ona sürtünmeyi can ve gönülden dile. Fakat bu kimyaya “Ancak temiz olanlar dokunabilirler.”
-
جرعهای بر زر و بر لعل و درر ** جرعهای بر خمر و بر نقل و ثمر 380
- Altında, lâ’lde, incilerde o güzellik şarabından bir yudumcuk var; şarapta, mezede, meyvede o şaraptan bir yudumcuk!