-
هر کسی پیش کلوخی جامهچاک ** که آن کلوخ از حسن آمد جرعهناک
- Herkes bir kerpiç parçasının önünde yenini, yakasını yırtmakta. Halbuki o kerpiç, güzelliğin bir yudumcuğuna, bir zerreciğine sahip.
-
جرعهای بر ماه و خورشید و حمل ** جرعهای بر عرش و کرسی و زحل
- Ayda, güneşte, hamel burcunda bir yudumcuk güzellik şarabı var. Arşta kürsüde, zuhal yıldızında bir zerrecik güzellik var.
-
جرعه گوییش ای عجب یا کیمیا ** که ز اسیبش بود چندین بها
- Ona bir yudum mu dersin, yoksa şaşılacak bir şey bu kimya mı dersin? Ona bir sürtünmekle bu kadar güzellikler meydana geliyor.
-
جد طلب آسیب او ای ذوفنون ** لا یمس ذاک الا المطهرون
- Ey akıllı kişi ona sürtünmeyi can ve gönülden dile. Fakat bu kimyaya “Ancak temiz olanlar dokunabilirler.”
-
جرعهای بر زر و بر لعل و درر ** جرعهای بر خمر و بر نقل و ثمر 380
- Altında, lâ’lde, incilerde o güzellik şarabından bir yudumcuk var; şarapta, mezede, meyvede o şaraptan bir yudumcuk!
-
جرعهای بر روی خوبان لطاف ** تا چگونه باشد آن راواق صاف
- Tertemiz güzellerin yüzlerinde de yine bir yudumcuk. Artık onun süzülmüş ve saf olanı nasıldır? Bir düşün!
-
چون همی مالی زبان را اندرین ** چون شوی چون بینی آن را بی ز طین
- Bu toprakla karışık bir yudumcuk şarabı yalayıp durmaktasın, onu toprağa karışmamış, saf bir halde görürsen ne hale geleceksin?
-
چونک وقت مرگ آن جرعهی صفا ** زین کلوخ تن به مردن شد جدا
- Ölüm zamanında o bir yudumcuk saf şarap, bu toprak bedenden ölümle ayrılmakta.
-
آنچ میماند کنی دفنش تو زود ** این چنین زشتی بدان چون گشته بود
- Geri kalanı hemen görmüyorsun. Böyle çirkin bir beden onunla bak ne hale geliyormuş!
-
جان چو بی این جیفه بنماید جمال ** من نتانم گفت لطف آن وصال 385
- Can bunlardan ten olmadan yüz gösterse o vuslattaki letafeti ben anlatamam ki!