-
از قضا رنجور و ناخوش شد هلال ** مصطفی را وحی شد غماز حال 1150
- Hilâl kazara hastalandı, zayıflamaya, erimeye başladı. Mustafa, vahiyle onun halini anladı.
-
بد ز رنجوریش خواجهش بیخبر ** که بر او بد کساد و بیخطر
- Efendisi, onu, pek hor gördüğünden hastalığından da haberdar olmadı.
-
خفته نه روز اندر آخر محسنی ** هیچ کس از حال او آگاه نی
- O ihsan sahibi ahırda tam dokuz gün yattı. Hiç kimse halini bilmiyordu.
-
آنک کس بود و شهنشاه کسان ** عقل صد چون قلزمش هر جا رسان
- Er olan, erlere padişahlar padişahı kesilen, kendisini yüzlerce akıl, bir deniz gibi kaplayan,
-
وحیش آمد رحم حق غمخوار شد ** که فلان مشتاق تو بیمار شد
- Peygambere vahiy geldi, Allah merhameti dertlilere derman oldu, iştiyakını çeken Hilâl hastadır.
-
مصطفی بهر هلال با شرف ** رفت از بهر عیادت آن طرف 1155
- Mustafa kadri yüce Hilâl’i görmek, ona geçmiş olsun deyip hatırını sormak için o tarafa doğru yola çıktı.
-
در پی خورشید وحی آن مه دوان ** وآن صحابه در پیش چون اختران
- O ay, vahiy güneşinin ardına düşmüş, sahabe de yıldızlar gibi onun ardınca gitmedeydi.
-
ماه میگوید که اصحابی نجوم ** للسری قدوه و للطاغی رجوم
- Ay “Sahabem yıldızlara benzer. İyilere, doğru yolu gösterirler, azgınları taşlarlar” diyordu.
-
میر را گفتند که آن سلطان رسید ** او ز شادی بیدل و جان برجهید
- Beye, o padişah geldi dediler. Neşesinden çılgın bir halde yerinden sıçradı.
-
برگمان آن ز شادی زد دو دست ** کان شهنشه بهر او میر آمدست
- O padişahlar padişahını, kendisi için gelmiş sanıp sevinçten ellerini çırptı.