English    Türkçe    فارسی   

6
263-272

  • عارفا تو از معرف فارغی  ** خود همی‌بینی که نور بازغی 
  • Ey ârif, sen, birsini anlamak için onu bilen, söyleyip tarif eden kişiye müracaat etmezsin. Çünkü sen, doğmuş, parıl, parıl parlamakta olan bir nursun.
  • کار تقوی دارد و دین و صلاح  ** که ازو باشد بدو عالم فلاح 
  • Senin takvan, dinin var, iyi işler işlersin, öyle ki âlem onlarla düzelir, kurtuluşa erer.
  • کرد یک داماد صالح اختیار  ** که بد او فخر همه خیل و تبار  265
  • Kendisine öyle temiz ve iyi bir damat seçti ki bütün halkın övündüğü kişiydi o.
  • پس زنان گفتند او را مال نیست  ** مهتری و حسن و استقلال نیست 
  • Kadınlar onun malı yok, mülkü yok, ululuğu yok, güzel değil, başına buyruk değil dediler.
  • گفت آنها تابع زهدند و دین  ** بی‌زر او گنجیست بر روی زمین 
  • Adam dedi ki: Onlar dine, zâhitliğe uymuş adamlar. O da yeryüzünde altını olmayan bir define.
  • چون به جد تزویج دختر گشت فاش  ** دست پیمان و نشانی و قماش 
  • Hâsılı armağanlar sunuldu, nişan yapıldı, kumaşlar gönderildi, kızın verileceği ortalığa yayıldı.
  • پس غلام خرد که اندر خانه بود  ** گشت بیمار و ضعیف و زار زود 
  • Evde küçük bir köle vardı. Bu sıralarda hastalandı, yanıp yakılmaya, eriyip solmaya başladı.
  • هم‌چو بیمار دقی او می‌گداخت  ** علت او را طبیبی کم شناخت  270
  • Hummaya tutulmuş bir hasta gibi eriyordu. Hekim, hastalığını anlayamadı.
  • عقل می‌گفتی که رنجش از دلست  ** داروی تن در غم دل باطلست 
  • Akıl diyordu ki: Onun illeti, gönül illeti. Beden ilâcı gönlüne tesir etmez ki.
  • آن غلامک دم نزد از حال خویش  ** کز چه می‌آید برو در سینه نیش 
  • Bu sevda yüzünden köleciğin gönlü yaralıydı ama derdini kimseciklere söyleyemiyordu.