English    Türkçe    فارسی   

6
3013-3022

  • سایه برده او و خاکش سایه‌مند  ** صد هزاران زنده در سایه‌ی ویند 
  • Gölgesini gizlemiş ama toprağı, gölge vermekte. Yüz binlerce diri, onun gölgesinde gölgelenmekte.
  • داستان آن مرد کی وظیفه داشت از محتسب تبریز و وامها کرده بود بر امید آن وظیفه و او را خبر نه از وفات او حاصل از هیچ زنده‌ای وام او گزارده نشد الا از محتسب متوفی گزارده شد چنانک گفته‌اند لیس من مات فاستراح بمیت انما المیت میت الاحیاء 
  • Bir adamın Tebriz muhtesibinden aylığı vardı. O aylığa güvenerek borç etmişti. Muhtesibin ölümünden haberi yoktu. Hâsılı onun borcunu kimse vermedi, yine o ölmüş olan muhtesip verdi. Nitekim demişlerdir: Ölüp rahatlaşan ölü değildir, Ölü, yaşadığı halde ölen kişidir
  • آن یکی درویش ز اطراف دیار  ** جانب تبریز آمد وامدار 
  • Bir yoksul borçlanmış, civar memleketlerden kalkıp Tebriz’e gelmişti.
  • نه هزارش وام بد از زر مگر  ** بود در تبریز بدرالدین عمر  3015
  • Dokuz bin altın borcu vardı. O vakit de Tebriz’de Bedrettin Ömer, muhtesipti.
  • محتسب بد او به دل بحر آمده  ** هر سر مویش یکی حاتم‌کده 
  • Bu öyle bir erdi ki gönlü âdeta bir denizdi. Her kılı bir Hatem kesilmişti.
  • حاتم ار بودی گدای او شدی  ** سر نهادی خاک پای او شدی 
  • Hatem, dünyada olsa ona yoksul olur, önüne baş kor, ayağına toprak olmayı canına minnet bilirdi.
  • گر بدادی تشنه را بحری زلال  ** در کرم شرمنده بودی زان نوال 
  • Birisine bir deniz dolusu iyi su verse o vergisinden utanırdı.
  • ور بکردی ذره‌ای را مشرقی  ** بودی آن در همتش نالایقی 
  • Bir zerreyi doğu güneşi haline getirse bu ihsanı bile kendisine lâyık görmezdi.
  • بر امید او بیامد آن غریب  ** کو غریبان را بدی خویش و نسیب  3020
  • O garip, muhtesipten bir kerem umarak gelmişti. Çünkü o, gariplere bir dost, bir hısım olmuştu âdeta.
  • با درش بود آن غریب آموخته  ** وام بی‌حد از عطایش توخته 
  • O garip kişi de âdeta onun kapısına kapılanmış, ihsanını umarak tekrar borç vermeye başlamıştı.
  • هم به پشت آن کریم او وام کرد  ** که ببخششهاش واثق بود مرد 
  • O kerem sahibine güvenerek, onun vergilerini umarak borçlanmaktaydı.