-
در رخی بنهد شعاع اختری ** که شود شاهی غلام دختری
- Bir yüze bir yıldız parlaklığı ihsan ederde koca bir padişah bir kızın kölesi kesilir.
-
بنهد اندر روی دیگر نور خود ** که ببیند نیمشب هر نیک و بد
- Bir başkasının yüzüne kendi nurunu verir, o adam, gece yarısı her iyiyi her kötüyü görür.
-
یوسف و موسی ز حق بردند نور ** در رخ و رخسار و در ذات الصدور
- Yusuf’la Musa, Tanrı nuruna sahip oldular, yüzlerinde, gönüllerinde o nur parladı.
-
روی موسی بارقی انگیخته ** پیش رو او توبره آویخته
- Musa’nın yüzü, öyle bir nur saçtı ki nihayet yüzüne bir nikap tutunmaya mecbur oldu.
-
نور رویش آنچنان بردی بصر ** که زمرد از دو دیدهی مار کر 3060
- Yüzünün nuru âdeta hücum eden yılanın gözünü zümrüt nasıl alırsa gözleri öyle almaktaydı.
-
او ز حق در خواسته تا توبره ** گردد آن نور قوی را ساتره
- Musa, o kuvvetli nuru örtmek üzere Tanrı’dan nikap istedi.
-
توبره گفت از گلیمت ساز هین ** کان لباس عارفی آمد امین
- Tanrı da o nikabı, yürü, var, kiliminden yap. Çünkü o, emniyet sahibi bir ârifin elbisesidir.
-
کان کسا از نور صبری یافتست ** نور جان در تار و پودش تافتست
- O elbise Tanrı nurundan bir sabra nail olmuştur, dokumasında can nuru vardır.
-
جز چنین خرقه نخواهد شد صوان ** نور ما را بر نتابد غیر آن
- Böyle bir hırkadan başka bir şeyle korunamazsın. Nurumuza, ondan başka hiçbir şey tahammül edemez.
-
کوه قاف ار پیش آید بهرسد ** همچو کوه طور نورش بر درد 3065
- Kafdağı bile o nura mâni olmaya kalkışsa o nur, Kafdağı’nı da Tur gibi parçalar dedi.