-
صد چو ماهست آن عجب در یتیم ** که به یک ایماء او شد مه دو نیم 3445
- O eşi bulunmaz tek inci yüzlerce aya bedeldir. Bir işaretiyle ay ikiye bölündü.
-
آن عجب کو در شکاف مه نمود ** هم به قدر ضعف حس خلق بود
- Şaşılacak şey şu ki ayı yardı ama halkın duyguları zayıf olduğu için bu kadarcık bir mucize gösterdi.
-
کار و بار انبیا و مرسلون ** هست از افلاک و اخترها برون
- Yoksa peygamberlerle Tanrı rasullerinin işleri güçleri göklerden de dışarıdır yıldızlardan da.
-
تو برون رو هم ز افلاک و دوار ** وانگهان نظاره کن آن کار و بار
- Feleklerden, şu dönen göklerden dışarı çık da onların işlerini, güçlerini seyret.
-
در میان بیضهای چون فرخها ** نشنوی تسبیح مرغان هوا
- Sen yumurtada ki kuş yavrusu gibisin. Havadaki kuşların tespihlerini duymazsın.
-
معجزات اینجا نخواهد شرح گشت ** ز اسپ و خوارمشاه گو و سرگذشت 3450
- Mucizeler burada anlatılamaz. Sen yine atla Harzemşah’ın hikayesini anlat.
-
آفتاب لطف حق بر هر چه تافت ** از سگ و از اسپ فر کهف یافت
- Köpek olsun, at olsun; Tanrı güneşinin lütfu neye vurursa onu, Ashabı Kehf’in köpeğine döndürür.
-
تاب لطفش را تو یکسان هم مدان ** سنگ را و لعل را داد او نشان
- Sonra onun lütfunun vuruşunu da bir sanma. Taşa da vurmuştur, laale de.
-
لعل را زان هست گنج مقتبس ** سنگ را گرمی و تابانی و بس
- Laal, ondan bir define elde etmiştir, taşsa yalnız bir hararet ve bir parlaklık.
-
آنک بر دیوار افتد آفتاب ** آنچنان نبود کز آب و اضطراب
- Güneş duvara da vurur. Fakat suya vurduğu gibi görünmez, parlamaz, ona bir şey vurmaz ve üstünde bir şey titremez.