-
گرچه خود اندر محل افتکار ** نیست سنگ و چوب و خشتی آشکار
- Düşünce zamanında taş, tahta ve kerpiç meydanda değildir ama bu, böyledir.
-
فاعل مطلق یقین بیصورتست ** صورت اندر دست او چون آلتست
- Dilediği gibi iş yapan suretsizliktir. Suret, onun elinde bir alete benzer.
-
گه گه آن بیصورت از کتم عدم ** مر صور را رو نماید از کرم
- Bazı, bazı o suretsiz varlık, yokluk gizliliğinden kerem eder, suretlere yüz gösterir.
-
تا مدد گیرد ازو هر صورتی ** از کمال و از جمال و قدرتی
- Her suret ondan yardım görür. Bu suretle onun yüceliğinden güzelliğinden kudretinden var olur.
-
باز بیصورت چو پنهان کرد رو ** آمدند از بهر کد در رنگ و بو 3745
- Derken yine suretsiz varlık, yüzünü gizler. Suretler ihtiyaçlarından renk ve koku aleminde dilenciliğe başlarlar.
-
صورتی از صورت دیگر کمال ** گر بجوید باشد آن عین ضلال
- Bu suret başka bir suretten yücelik dilerse bu, yol azıtmanın, sapıklığın ta kendisidir.
-
پس چه عرضه میکنی ای بیگهر ** احتیاج خود به محتاجی دگر
- A cevhersiz şu halde neden ihtiyacını başka bir ihtiyaç sahibine arz edersin.
-
چون صور بندهست بر یزدان مگو ** ظن مبر صورت به تشبیهش مجو
- Mademki suretler kuldur, Tanrı’ya suret deme. Onu suret sanma, onu bir şeye benzetmeye kalkışma.
-
در تضرع جوی و در افنای خویش ** کز تفکر جز صور ناید به پیش
- Yalvar yakar kendini yok etmeye savaş. Çünkü düşünceden suretlerden başka bir şey meydana gelmez.
-
ور ز غیر صورتت نبود فره ** صورتی کان بیتو زاید در تو به 3750
- Başka bir suretle gelişmiyor, semirmiyorsan sende, sen yokken doğan suret elbette daha iyidir.