-
لشکر آرد او پگه تا حول نیل ** تا زند بر موسی و قومش سبیل
- Musa ile kavmini mahvetmek için Nil kıyısına kadar asker çekti.
-
آمنی امت موسی شود ** او به تحتالارض و هامون در رود
- Halbuki bu, Musa ümmetinin emin olmasına, kendisinin yerin dibine, helak çölüne gitmesine sebeboldu.
-
گر به مصر اندر بدی او نامدی ** وهم از سبطی کجا زایل شدی
- Firavun, Mısır'da kalsaydı, oraya gelmeseydi Musa kavminin vehmi, nasıl geçerdi?
-
آمد و در سبط افکند او گداز ** که بدانک امن در خوفست راز
- Ardlarına düştü, Musa kavmini âdeta eritti, yaktı yandırdı. Tanrı, bu suretle emniyet, bil ki korkudandır dedi.
-
آن بود لطف خفی کو را صمد ** نار بنماید خود آن نوری بود 4360
- Gizli lütuf ona derler ki hiçbir şeye muhtaç olmayan Tanrı, ateş gösterir, halbuki nurdur.
-
نیست مخفی مزد دادن در تقی ** ساحران را اجر بین بعد از خطا
- Tanrı' dan çekinen kişiye mükâfatta bulunmak, gizli ve olmayacak bir şey değildir. Sen, hataya düşen büyücülere, hatalarından sonra ettiği lûtfa bak.
-
نیست مخفی وصل اندر پرورش ** ساحران را وصل داد او در برش
- Sevip beslerken vuslata eriştirme, umulmayacak şey değildir. Halbuki o, büyücülerin ellerini, ayaklarını kestirirken onları vuslatına eriştirdi.
-
نیست مخفی سیر با پای روا ** ساحران را سیر بین در قطع پا
- Yürüyen ayakları olan kişinin yürüyüp gezmesi tabiîdir. Sen, büyücülerin ayakları kesildiği halde yürümelerini seyret!
-
عارفان زانند دایم آمنون ** که گذر کردند از دریای خون
- Arifler, kan denizinden geçip gitmişlerdir de o yüzden daimî bir emniyet içindedirler.
-
امنشان از عین خوف آمد پدید ** لاجرم باشند هر دم در مزید 4365
- Onların emniyeti, korkunun ta kendisinden meydana gelmiştir. Hâsılı her an da o emniyet, çoğalıp durur.