نه خموشست و نه گویا نادریست ** حال او را در عبارت نام نیست
Artık o, ne sükût eder, ne söyler. Onun, misli, âdeta yoktur. Hali sözle anlatılamaz.
نیست زین دو هر دو هست آن بوالعجب ** شرح این گفتن برونست از ادب
O, bu iki kısımdan da değildir. Şaşılacak bir şeydir o. Bunu anlatmak edepten dışarıdır
این مثال آمد رکیک و بیورود ** لیک در محسوس ازین بهتر نبود
Bu örnek de sudan oldu, hiç uymadı. Fakat duygu âleminde bundan güzel bir örnek de bulunamaz.
متوفی شدن بزرگین از شهزادگان و آمدن برادر میانین به جنازهی برادر کی آن کوچکین صاحبفراش بود از رنجوری و نواختن پادشاه میانین را تا او هم لنگ احسان شد ماند پیش پادشاه صد هزار از غنایم غیبی و غنی بدو رسید از دولت و نظر آن شاه مع تقریر بعضه
Şehzadelerin büyüğünün ölümü, küçükleri hasta olduğundan ortanca kardeşin, ağabeylerinin cenazesine gelmesi. Padişahın ona da iltifatta bulunması, onun da padişahın ihsanına kapılması ve tapıda kalması, Padişahın devleti ve bakışı sayesinde yüz binlerce görünür ve görünmez nimetler elde etmesi vesaire.
کوچکین رنجور بود و آن وسط ** بر جنازهی آن بزرگ آمد فقط
Küçükleri hastaydı. Yalnız ortanca kardeşleri, ağabeylerinin cenazesine geldi.
شاه دیدش گفت قاصد کین کیست ** که از آن بحرست و این هم ماهیست 4635
Padişah, onu gördü, tanıdı. Fakat mahsustan bu kimdir? Bu da o denizden olacak; bu da bir balık dedi.
پس معرف گفت پور آن پدر ** این برادر زان برادر خردتر
Muarrif, dedi ki: Bu da o babanın oğlu. Bu, onun küçük kardeşi.
شه نوازیدش که هستی یادگار ** کرد او را هم بدان پرسش شکار
Padişah, sen bize ondan armağansın dedi. Bu soruşla onu da avladı.
از نواز شاه آن زار حنیذ ** در تن خود غیر جان جانی بدیذ
O yanıp kebap olan şehzadenin bedeninde, padişahın iltifatı üzerine evvelki candan başka bir can belirdi.
در دل خود دید عالی غلغله ** که نیابد صوفی آن در صد چله
Gönlünde öyle yüce bir feyiz gördü ki sofi, onu yüzlerce çileye bile elde edemez.
عرصه و دیوار و کوه سنگبافت ** پیش او چون نار خندان میشکافت 4640
Ören, duvar, dağdaki madenler.... Her şey, onun önünde nar gibi yanlıyordu.