-
چشم آدم چون به نور پاک دید ** جان و سر نامها گشتش پدید
- Âdem’in gözü Tanrı’nın pâk nuru ile gördüğünden adların hakikati ve içyüzü ona ayan oldu.
-
چون ملک انوار حق در وی بیافت ** در سجود افتاد و در خدمت شتافت
- Melekler onda Hak nurunu görüce hepsi, ona yüzüstü secdeye vardılar.
-
مدح این آدم که نامش میبرم ** قاصرم گر تا قیامت بشمرم
- Adını andığım şu Âdem’i kıyamete kadar övsem, vasıflarını saysam yine övmekten âcizim!
-
این همه دانست و چون آمد قضا ** دانش یک نهی شد بر وی خطا
- Âdem bunların hepsini bildi. Fakat kaza gelince nehyi bilme yüzünden hataya düştü.
-
کای عجب نهی از پی تحریم بود ** یا به تاویلی بد و توهیم بود 1250
- Acaba bu nehiy, haram olduğundan mıdır, yoksa korkutmak için mi?
-
در دلش تاویل چون ترجیح یافت ** طبع در حیرت سوی گندم شتافت
- Gönlünce tevili üstün tutunca kendisi hayretteyken tabiatı, buğdaya doğru koştu.
-
باغبان را خار چون در پای رفت ** دزد فرصت یافت، کالا برد تفت
- Bahçıvanın ayağına diken batınca hırsız fırsat buldu, esvabını çalıp kaçtı.
-
چون ز حیرت رست باز آمد به راه ** دید برده دزد رخت از کارگاه
- Âdem hayretten kurtulup tekrar yola gelince gördü ki hırsız eşyayı iş yerinden götürmüş!
-
ربنا إنا ظلمنا گفت و آه ** یعنی آمد ظلمت و گم گشت راه
- “ Rabbena İnnâ zalemnâ” deyip âh etmeye başladı. Yani “karanlık bastı, yol kayboldu” dedi.
-
پس قضا ابری بود خورشید پوش ** شیر و اژدرها شود زو همچو موش 1255
- Bu kaza, güneşi örten bir buluttur. Aslan ve ejderha bile ondan feryat ve figan etmektedir.
-
من اگر دامی نبینم گاه حکم ** من نه تنها جاهلم در راه حکم
- “Kaza ve kader zuhur edince bir tuzağı bile görmüyorsam bo yolda cahil olan yalnız ben değilim ya!”
-
ای خنک آن کاو نکو کاری گرفت ** زور را بگذاشت او زاری گرفت
- Zorlamayı bırakıp feryad ü figana koyulan kişi me kutlu kişidir; o, iyi bir işe sarılmıştır.
-
گر قضا پوشد سیه همچون شبت ** هم قضا دستت بگیرد عاقبت
- Eğer kaza, seni gece gibi sararsa sonunda yine elinden tutacak odur;
-
گر قضا صد بار قصد جان کند ** هم قضا جانت دهد درمان کند
- Yüz kere canına kastederse yine sana can veren derdine derman olan kazadır.
-
این قضا صد بار اگر راهت زند ** بر فراز چرخ خرگاهت زند 1260
- Bu kaza yüz kere yolunu kesse de yine senin çadırını göklerin üstüne kurar.
-
از کرم دان این که میترساندت ** تا به ملک ایمنی بنشاندت
- Seni eminlik mülküne götürmek için bu korkutmasını inayet bil!
-
این سخن پایان ندارد گشت دیر ** گوش کن تو قصهی خرگوش و شیر
- Bu sözün sonu gelmez, söz de uzadı. Sen tavşanla aslan hikâyesini dinle!
-
پای واپس کشیدن خرگوش از شیر چون نزدیک چاه رسید
- Kuyuya yaklaşınca aslanın yanında, tavşanın geri çekilmesi
-
چون که نزد چاه آمد شیر دید ** کز ره آن خرگوش ماند و پا کشید
- Kuyu yanına gelince aslan, tavşanın geri kaldığını gördü.
-
گفت پا واپس کشیدی تو چرا ** پای را واپس مکش پیش اندر آ
- Dedi ki: “Niçin ayağını geri çektin. Ayağını geri çekme, ileri gel!”
-
گفت کو پایم که دست و پای رفت ** جان من لرزید و دل از جای رفت 1265
- Tavşan “Ayağım nerede? Elim ayağım kesildi. Canım tir tir titriyor, yüreğim yerinden oynadı.
-
رنگ رویم را نمیبینی چو زر ** ز اندرون خود میدهد رنگم خبر
- Yüzümün rengini görmüyor musun? Altın sarısı gibi. Rengim, ne halde olduğumu bildiriyor.
-
حق چو سیما را معرف خوانده است ** چشم عارف سوی سیما مانده است
- Tanrı yüze “bildirici” demiştir. Onun için ariflerin gözü, yüze dalmış, kalmıştır.
-
رنگ و بو غماز آمد چون جرس ** از فرس آگه کند بانگ فرس
- Renk ve koku, çan gibi haber verir; atın kişnemesi, atın mevcudiyetini bildirir.
-
بانگ هر چیزی رساند زو خبر ** تا بدانی بانگ خر از بانگ در
- Eşeğin sesini, kapının sesinden fark edesin diye her şeyin sesi, o şeyi haber verir.
-
گفت پیغمبر به تمییز کسان ** مرء مخفی لدی طی اللسان 1270
- Peygamber insanları ayırt etmek hususunda “insan, sözünde gizlidir” dedi.
-
رنگ رو از حال دل دارد نشان ** رحمتم کن مهر من در دل نشان
- Yüzün renginde gönül halinden bir nişan vardır. Bana acı, sevgi kalbinde tut!
-
رنگ روی سرخ دارد بانگ شکر ** بانگ روی زرد باشد صبر و نکر
- Kırmızı yüz, sahibinin refah ve saadetine delâlet eder, sarı yüz, sahibinin meşakkat ve belâ içinde olduğunu bildirir.
-
در من آمد آن که دست و پا برد ** رنگ رو و قوت و سیما برد
- Elimi, ayağımı alana, yüzümün rengini uçurana, kuvvetimi giderene, çehremi bozana uğradım.
-
آن که در هر چه در آید بشکند ** هر درخت از بیخ و بن او بر کند
- Önüne geleni kırma, ağaçları kökünden, dibinden söküp çıkarana sataştım.
-
در من آمد آن که از وی گشت مات ** آدمی و جانور جامد نبات 1275
- Adamları, hayvanları, cemadat ve nebatatı mat edene rastladım.
-
این خود اجزایند کلیات از او ** زرد کرده رنگ و فاسد کرده بو
- Bunlar cüziyattır, külliyatın da onun yüzünden renkleri sararmış, kokuları bozulmuştur.
-
تا جهان گه صابر است و گه شکور ** بوستان گه حله پوشد گاه عور
- Cihan; gâh sabredip gâh şükrettikçe bağlar, bahçeler, gâh giyinir, gâh çırçıplak kalır;
-
آفتابی کاو بر آید نارگون ** ساعتی دیگر شود او سر نگون
- Güneş, ateş renginde doğmuşken diğer bir saatte baş aşağı batar;
-
اختران تافته بر چار طاق ** لحظه لحظه مبتلای احتراق
- Göklerde parıldayan yıldızlar; zaman zaman ihtiraka uğrarlar;
-
ماه کاو افزود ز اختر در جمال ** شد ز رنج دق او همچون خیال 1280
- Güzellikte yıldızlardan daha parlak olan ay da ince ağrıya tutulup hilâl olur;
-
این زمین با سکون با ادب ** اندر آرد زلزلهش در لرز تب
- Çok sakin ve edepli olan bu yeri de sarsıntı sıtmaya düşürür;
-
ای بسا که زین بلای مردهریگ ** گشته است اندر جهان او خرد و ریگ
- Nice dağlar, bu ansızın gelen felâketten dolayı yeryüzüne kumlar gibi dağılıvermişlerdir!
-
این هوا با روح آمد مقترن ** چون قضا آید وبا گشت و عفن
- Ruhla eş olan hava bile kaza baş gösterince veba kesilir, ufunetlenir:
-
آب خوش کاو روح را همشیره شد ** در غدیری زرد و تلخ و تیره شد
- Ruhun kız kardeşi olan lâtif su, bir gölcükte sarı, acı ve bulanık bir hale gelir;
-
آتشی کاو باد دارد در بروت ** هم یکی بادی بر او خواند یموت 1285
- Azametli ve kibirli ateşi bile bir yel söndürüverir!
-
حال دریا ز اضطراب و جوش او ** فهم کن تبدیلهای هوش او
- Denizin halini de ıstırabından, coşkunluğundan anla, aklının değişik durduğunu, kalıptan kalıba girdiğini bil!
-
چرخ سر گردان که اندر جستجوست ** حال او چون حال فرزندان اوست
- Tanrı rızasını arayıp duran başı dönmüş feleğin hali de oğullarının hali gibidir:
-
گه حضیض و گه میانه گاه اوج ** اندر او از سعد و نحسی فوج فوج
- Gâh en altta, gâh ortada, gâh en tepede. Onda da bölük bölük kutlu ve yomsuz zamanlar var!
-
از خود ای جزوی ز کلها مختلط ** فهم میکن حالت هر منبسط
- Ey külliyat ile karışmış olan, ey insan! Basit cisimlerin halini de kendinden kıyas et!
-
چون که کلیات را رنج است و درد ** جزو ایشان چون نباشد روی زرد 1290
- Külliyatın böyle hastalıkları, böyle dertleri olunca onların cüzülerinin yüzü nasıl sararmaz?
-
خاصه جزوی کاو ز اضداد است جمع ** ز آب و خاک و آتش و باد است جمع
- Hele birbirlerine zıt olan şeylerden; su, toprak, ateş ve yelden meydana gelmiş cüzü…
-
این عجب نبود که میش از گرگ جست ** این عجب کاین میش دل در گرگ بست
- Koyunun kurttan kaçmasına şaşılmaz; şaşılacak şey, bu koyunun kurda gönül vermesidir!
-
زندگانی آشتی ضدهاست ** مرگ آن کاندر میانشان جنگ خاست
- Sağlık, zıtların sulhüdür; aralarında savaşın başlamasını da ölüm bil!
-
لطف حق این شیر را و گور را ** الف داده ست این دو ضد دور را
- Tanrı’nın lûtfu, bu aslanla yaban eşeğine, bu iki zıdda, vefakârlık hususunda bir ülfet vermiştir.
-
چون جهان رنجور و زندانی بود ** چه عجب رنجور اگر فانی بود 1295
- Dünya hasta ve mahpus olunca, hastanın fâni olmasına şaşılır mı?”