-
چون که تو ینظر بنار الله بدی ** در بدی از نیکویی غافل شدی
- Fakat sen Tanrı nuruyla değil, Tanrı ateşiyle baktığından kötülükte kaldın, iyilikten gafil oldun;
-
اندک اندک آب بر آتش بزن ** تا شود نار تو نور ای بو الحزن
- Ey gama, kedere dalmış adam! Azar azar ateşe nur serp ki ateşin nura dönsün.
-
تو بزن یا ربنا آب طهور ** تا شود این نار عالم جمله نور
- Ya Rabbi, sen de o tertemiz suyu serp de âlemin şu ateşi tamamıyla nur olsun.
-
آب دریا جمله در فرمان تست ** آب و آتش ای خداوند آن تست 1335
- Denizin suyu hep ferman altındadır; ya Rabbi su da senindir, ateş de!
-
گر تو خواهی آتش آب خوش شود ** ور نخواهی آب هم آتش شود
- Sen istersen ateş, lâtif su olur; dilemezsen su bile ateş kesilir.
-
این طلب در ما هم از ایجاد تست ** رستن از بیداد یا رب داد تست
- Bizim şu niyazımızı a yine sen ilham etmektesin. Zulümden kurtulmamız, senin ihsanındır.
-
بیطلب تو این طلبمان دادهای ** گنج احسان بر همه بگشادهای
- Sen bize bu isteği, biz istemeksizin verdin, hadsiz, hesapsız ihsanlarda bulundun.
-
مژده بردن خرگوش سوی نخجیران که شیر در چاه افتاد
- Tavşanın, av hayvanlarına “aslan kuyuya düştü” diye müjde götürmesi
-
چون که خرگوش از رهایی شاد گشت ** سوی نخجیران دوان شد تا به دشت
- Tavşan kurtulduğunda sevinerek ovaya, av hayvanlarına koştu.
-
شیر را چون دید در چه کشته زار ** چرخ میزد شادمان تا مرغزار 1340
- Aslanın kuyuda öldüğünü görünce çayıra doğru döne oynaya gitmekteydi.
-
دست میزد چون رهید از دست مرگ ** سبز و رقصان در هوا چون شاخ و برگ
- Ölümün pençesinden kurtulduğundan ayağı yerden kesilmiş, sevinmiş, el çırpmakta, dallar, yapraklar gibi yeşermiş neşelenmiş, oynamaktaydı.
-
شاخ و برگ از حبس خاک آزاد شد ** سر بر آورد و حریف باد شد
- Dallar, yapraklar, toprak hapsinden kurtulunca başlarını yükseltir, rüzgârın eşi, arkadaşı olurlar.
-
برگها چون شاخ را بشکافتند ** تا به بالای درخت اشتافتند
- Yapraklar, daldaki tomurcukları yarıp çıkınca ağacın tâ üstüne çıkarlar.
-
با زبان شطاه شکر خدا ** میسراید هر بر و برگی جدا
- Her meyve ve her yaprak, tomurcuğunun diliyle Tanrı’nın şükrünü terennüm eder;
-
که بپرورد اصل ما را ذو العطا ** تا درخت استغلظ آمد و استوی 1345
- Bizim aslımızı, ihsan sahibi Tanrı yetiştirdi, nihayet ağaç kalınlaştı, doğrulup yükseldi de.
-
جانهای بسته اندر آب و گل ** چون رهند از آب و گلها شاد دل
- Su ve çamur içinde olan canlar da bataklıklardan, su ve çamurdan kurtulunca gönülleri sevinç dolu bir halde.
-
در هوای عشق حق رقصان شوند ** همچو قرص بدر بینقصان شوند
- Tanrı aşkının havasında raks ederler; ayın on dördü gibi noksansız ve tam bir hale gelirler.
-
جسمشان در رقص و جانها خود مپرس ** و آن که گرد جان از آنها خود مپرس
- Tenleri oynayıp durur, ya canları ne haldedir? Sorma! Tamamıyla can olanlara gelince: onları hiç sorma (anlatmağa imkân yok!)
-
شیر را خرگوش در زندان نشاند ** ننگ شیری کاو ز خرگوشی بماند
- Tavşan, aslanı zindana soktu. Aslan için ne ayıp şey; bir tavşancıktan geri kaldı!
-
در چنان ننگی و آن گه این عجب ** فخر دین خواهد که گویندش لقب 1350
- Böyle bir ayba sahip olduğu halde şaşılacak şey şurasıdır ki bir de kendisine Fahreddin lâkabını takmalarını ister!
-
ای تو شیری در تک این چاه فرد ** نفس چون خرگوش خونت ریخت و خورد
- Ey kişi! Sen, bu dünya kuyusunun dibinde mahpus kalan bir aslansın. Tavşan gibi olan nefsin, seni nasıl kahretti?
-
نفس خرگوشت به صحرا در چرا ** تو به قعر این چه چون و چرا
- Senin tavşan nefsin sahrada yiyip içmekte, zevk ve sefa etmekte. Sen ise şu dedikodu, bahis ve münakaşa kuyusunun dibindesin!
-
سوی نخجیران دوید آن شیر گیر ** کابشروا یا قوم إذ جاء البشیر
- O aslan avcısı tavşan, av hayvanlarının bulunduğu yere koşup “birbirinizi muştulayın. Size müjdeci geldi.
-
مژده مژده ای گروه عیشساز ** کان سگ دوزخ به دوزخ رفت باز
- Müjde, ey zevk u sefaya dalmış olanlar! Müjde ki o cehennem köpeği, geldiği cehenneme gitti.
-
مژده مژده کان عدوی جانها ** کند قهر خالقش دندانها 1355
- Müjde! Tanrı o can düşmanının dişlerini söktü!
-
آن که از پنجه بسی سرها بکوفت ** همچو خس جاروب مرگش هم بروفت
- Pençesiyle nice başlar ezen düşmanı, ölüm süpürgesi çerçöp gibi süpürdü, gitti” dedi.
-
جمع شدن نخجیران گرد خرگوش و ثنا گفتن او را
- Av hayvanlarının tavşanın etrafına toplanıp onu övmeleri
-
جمع گشتند آن زمان جمله وحوش ** شاد و خندان از طرب در ذوق و جوش
- O zaman, bütün hayvanlar, sevinçli bir halde gülüp oynayarak, onun yüzünü öptüler,
-
حلقه کردند او چو شمعی در میان ** سجده آوردند و گفتندش که هان
- Etrafına halka oldular. O, çırağ gibi ortalarındaydı. Bütün sahradakiler, ona secde ettiler.
-
تو فرشتهی آسمانی یا پری ** نی تو عزراییل شیران نری
- “Sen gökten inen bir melek misin, yoksa peri misin? Hayır, ne meleksin, ne peri! Sen, erkek aslanların Azrâilisin
-
هر چه هستی جان ما قربان تست ** دست بردی دست و بازویت درست 1360
- Ne olursan ol; canımız sana kurban olsun! Ona galip geldin, elin, kolun sağ olsun!
-
راند حق این آب را در جوی تو ** آفرین بر دست و بر بازوی تو
- Tanrı bu suyu, senin arkından akıttı; eline, koluna aferin!
-
باز گو تا چون سگالیدی به مکر ** آن عوان را چون بمالیدی به مکر
- Bir daha söyle! Onu hile ile nasıl inandırdın; o zalimi, düzenle nasıl kahrettin?
-
باز گو تا قصه درمانها شود ** باز گو تا مرهم جانها شود
- Bir daha söyle ki hikâyen dertlere derman, canlara merhem olsun!
-
باز گو کز ظلم آن استم نما ** صد هزاران زخم دارد جان ما
- Bir daha söyle ki o sitemkârın zulmünden canlarımızda yüz binlerce yaralar var” dediler.
-
گفت تایید خدا بود ای مهان ** ور نه خرگوشی که باشد در جهان 1365
- Tavşan dedi ki: “Ey ulular! Tanrı yardım etti, yoksa dünyada bir tavşan kim oluyor ki?
-
قوتم بخشید و دل را نور داد ** نور دل مر دست و پا را زور داد
- Koluma kuvvet, kalbime nur verdi; kalp nuru da elime ayağıma kudret verdi.
-
از بر حق میرسد تفضیلها ** باز هم از حق رسد تبدیلها
- Üstünlükler, Hak’tan gelir, hallerin değişmesi de ondandır.
-
حق به دور و نوبت این تایید را ** مینماید اهل ظن و دید را
- Allah, bu teyit ve takviyesini zaman zaman, nevbet be-nevbet zan ehline de, basiret ehline de gösterir. (T.M. 1367)
-
پند دادن خرگوش نخجیران را که بدین شاد مشوید
- Tavşanın av hayvanlarına “buna sevinmeyin” diye nasihat etmesi
-
هین به ملک نوبتی شادی مکن ** ای تو بستهی نوبت آزادی مکن
- Ey ikbal nöbetine erişen! Kendine gel, sevinme! Sen nöbetle mukayyetsin, hürlük taslama!
-
آن که ملکش برتر از نوبت تنند ** برتر از هفت انجمش نوبت زنند 1370
- Saltanatı nöbetten üstün olan, ikbali ebedî bulunan nöbet davulunu yedi yıldızdan üstün bir yerde çalarlar.
-
برتر از نوبت ملوک باقیاند ** دور دایم روحها با ساقیاند
- Nöbetten üstün olanlar, bâki padişahlardır; onlar daima ruhlara sâkidir.
-
ترک این شرب ار بگویی یک دو روز ** در کنی اندر شراب خلد پوز
- Bir iki gün su içmeyi terk edersen ağzını ebediyet şarabına daldırır, o hakikat şarabını içersin
-
تفسیر رجعنا من الجهاد الاصغر الی الجهاد الاکبر
- “ Küçük muharebeden büyük muharebeye döndük “ sözünün tefsiri
-
ای شهان کشتیم ما خصم برون ** ماند خصمی زو بتر در اندرون
- Ey padişahlar! Dışarıdaki düşmanı öldürdük; içimizde ondan beter bir hasım var.
-
کشتن این کار عقل و هوش نیست ** شیر باطن سخرهی خرگوش نیست
- Bunu öldürmek, aklın fikrin işi değil. İçerideki aslan; öyle tavşan maskarası olmaz.
-
دوزخ است این نفس و دوزخ اژدهاست ** کاو به دریاها نگردد کم و کاست 1375
- Cehennem, bu nefistir; cehennem, bir ejderhadır ki harareti denizlerle eksilmez.
-
هفت دریا را در آشامد هنوز ** کم نگردد سوزش آن خلق سوز
- Yedi denizi içer de yine kocakarıya benzeyen nefsin harareti ve coşkunluğu azalmaz.
-
سنگها و کافران سنگ دل ** اندر آیند اندر او زار و خجل
- Taşlar, taş yürekli kâfirler; ağlayıp inleyerek mahcup bir halde cehenneme girerler.
-
هم نگردد ساکن از چندین غذا ** تا ز حق آید مر او را این ندا
- Hak’tan ona şu nida gelmedikçe bu kadar azaba da kanaat etmez:
-
سیر گشتی سیر گوید نی هنوز ** اینت آتش اینت تابش اینت سوز
- “Doydun mu” denir. O, kurt ve sırtlan gibi “Hayır, doymadım” der. İşte sana ateş, işte sana hararet!
-
عالمی را لقمه کرد و در کشید ** معدهاش نعره زنان هل من مزید 1380
- Bütün bir âlemi, bir lokma edip yutar da yine midesi “Daha fazla yok mu” diye bağırır.
-
حق قدم بر وی نهد از لا مکان ** آن گه او ساکن شود از کن فکان
- Nihayet Hak, onun üstüne Lâmekân âleminden ayağını koyar da işte o vakit derhal sakinleşir.