بل مکان و لامکان در حکم او ** همچو در حکم بهشتی چارجو
Cennetteki ırmak, nasıl cennettekilerin hükmüne tâbi ise mekân âlemiyle Lâmekân Âlemi de, o âlemin hükmüne tâbidir.
شرح این کوته کن و رخ زین بتاب ** دم مزن و الله اعلم بالصواب
Bu ilâhî akıl kuşlarına ait olan bahsi kısa kes, bu sözden yüzünü çevir, sükût et! Doğrusunu, Tanrı daha iyi bilir.
باز میگردیم ما ای دوستان ** سوی مرغ و تاجر و هندوستان1585
Dostlar biz yine kuş, tacir ve Hindistan hikâyesine dönelim:
مرد بازرگان پذیرفت این پیام ** کاو رساند سوی جنس از وی سلام
Tacir, Hindistan’daki dudulara, dudusundan selam götürmeyi kabul etti.
دیدن خواجه طوطیان هندوستان را در دشت و پیغام رسانیدن از آن طوطی
Tâcirin, kırda Hindistan dudularını görüp onlara dudusundan haber götürmesi
چون که تا اقصای هندوستان رسید ** در بیابان طوطی چندی بدید
Hindistan uçlarına varınca kırda birkaç dudu gördü.
مرکب استانید پس آواز داد ** آن سلام و آن امانت باز داد
Atını durdurup seslendi, dudunun selâmını ve kendisine emanet ettiği sözleri söyledi.
طوطیی ز آن طوطیان لرزید بس ** اوفتاد و مرد و بگسستش نفس
O dudulardan birisi, bir hayli titredi ve düşüp öldü, nefesi kesildi.
شد پشیمان خواجه از گفت خبر ** گفت رفتم در هلاک جانور1590
Tâcir, bu haberi verdiğinden dolayı pişman oldu, dedi ki: “Bir cana kıydım,
این مگر خویش است با آن طوطیک ** این مگر دو جسم بود و روح یک
Bu dudu, olsa olsa o duducağızın akrabası olacak, galiba bunların cisimleri iki, canları bir.
این چرا کردم چرا دادم پیام ** سوختم بیچاره را زین گفت خام
Bu işi neye yaptım, o haberi neye verdim? Bu münasebetsiz sözle biçareyi yaktım, yandırdım.”
این زبان چون سنگ و هم آهنوش است ** و آن چه بجهد از زبان چون آتش است
Bu dil, çakmak taşıyla çakmak demiri gibidir. Dilden çıkan da ateşe benzer.
سنگ و آهن را مزن بر هم گزاف ** گه ز روی نقل و گاه از روی لاف
Manasız yere gâh hikâye yoluyla, gâh laf olsun diye çakmak taşıyla demirini birbirine vurma!
ز آن که تاریک است و هر سو پنبه زار ** در میان پنبه چون باشد شرار1595
Zira ortalık karanlıktır, her tarafta pamuk dolu. Pamuk arasında kıvılcım nasıl durur?
ظالم آن قومی که چشمان دوختند ** ز آن سخنها عالمی را سوختند
Zalim onlardır ki gözlerini kapamışlar, söyledikleri sözlerle bütün âlemi yakmışlardır.
عالمی را یک سخن ویران کند ** روبهان مرده را شیران کند
Bir söz, bir âlemi yıkar, ölmüş tilkileri aslan eder.
جانها در اصل خود عیسی دمند ** یک زمان زخمند و گاهی مرهمند
Canlar aslen İsâ nefeslidir; bir anda yara, bir anda merhem olurlar.
گر حجاب از جانها برخاستی ** گفت هر جانی مسیح آساستی
Canlardan perde kalkaydı; her canın sözü, Mesih'i’ sözü gibi tesir ederdi.
گر سخن خواهی که گویی چون شکر ** صبر کن از حرص و این حلوا مخور1600
Şeker gibi söz söylemek istersen sabret, haris olma , bu helvayı yeme!
صبر باشد مشتهای زیرکان ** هست حلوا آرزوی کودکان
Feraset sahiplerinin iştahları sabradır, onlar sabretmek isterler. Helva ise, çocukların istediği şeydir.
هر که صبر آورد گردون بر رود ** هر که حلوا خورد واپستر رود
Sabreden, göklerin üstüne yükselir; helva yiyense geriler, kalır!
تفسیر قول فرید الدین عطار قدس الله روحه: تو صاحب نفسی ای غافل میان خاک خون میخور که صاحب دل اگر زهری خورد آن انگبین باشد
Ferideddîn-i Attâr’ın – Tanrı ruhunu takdis etsin – sözünün tefsiri “Ey gafil! Sen nefis ehlisin, toprak içinde kan yiyedur! Fakat gönüle sahip olan kişi , zehir bile yese o zehir bal olur.”
صاحب دل را ندارد آن زیان ** گر خورد او زهر قاتل را عیان
Gönle sahip olan kişi, apaçık öldürücü bir zehir bile yese ona ziyan gelmez.
ز آن که صحت یافت و از پرهیز رست ** طالب مسکین میان تب در است
Çünkü o, sıhhat bulmuş, perhizden kurtulmuştur. Fakat zavallı talip (kemale ermemiş salik), henüz hararet içindedir.
گفت پیغمبر که ای مرد جری ** هان مکن با هیچ مطلوبی مری1605
Peygamber buyurdu ki:”Ey cüretli talip! Sakın hiçbir matlup ile mücadele etme!”
در تو نمرودی است آتش در مرو ** رفت خواهی اول ابراهیم شو
Sende Nemrûd’luk var, ateşe atılma, atılacaksan önce İbrahim ol!
چون نهای سباح و نه دریاییی ** در میفکن خویش از خود راییی
Mademki sen ne yüzgeçsin, ne de denizci... Aklına uyup kendini denize atma!
او ز آتش ورد احمر آورد ** از زیانها سود بر سر آورد
Yüzgeç ve denizci, denizden inci çıkarır, ziyanlardan bile bir hayli fayda elde eder.
کاملی گر خاک گیرد زر شود ** ناقص ار زر برد خاکستر شود
Kâmil, toprağı tutsa altın olur; nâkıs, altını ele alsa toz toprak kesilir.
چون قبول حق بود آن مرد راست ** دست او در کارها دست خداست1610
O gerçek er, Tanrı’ya makbul olmuştur, bütün işlerde onun eli Tanrı elidir.
دست ناقص دست شیطان است و دیو ** ز آن که اندر دام تکلیف است و ریو
Nâkıs kimsenin eli ise Şeytan’ın, ifritin elidir. Çünkü Şeytan’ın teklif ve hile tuzağına tutulmuştur.
جهل آید پیش او دانش شود ** جهل شد علمی که در ناقص رود
Kâmile göre bilgisizlik bile bilgi olur, nâkısın bildiği bilgi ise bilgisizlik kesilir.
هر چه گیرد علتی علت شود ** کفر گیرد کاملی ملت شود
İlletli kimse, ne tutarsa illet olur. Kâmil kâfir bile olsa o küfür, din ve şeriat haline gelir.
ای مری کرده پیاده با سوار ** سر نخواهی برد اکنون پای دار
Ey yayan olduğu halde süvari ile yarışa girişen! Sen bu müsabakada kazanmayacak, onu geçmeyeceksin, iyisi mi, dur!
تعظیم ساحران مر موسی را علیه السلام که چه فرمایی اول تو اندازی عصا یا ما
Sihirbazların “ Ne buyurursun, asâyı önce sen mi atarsın, yoksa biz mi atalım? “ diyerek Mûsa Aleyhisselâm’a hürmet edip onu ağırlamaları, Mûsâ’nın da “ Siz atın “ demesi
ساحران در عهد فرعون لعین ** چون مری کردند با موسی به کین1615
Melûn Firavun’un zamanında sihirbazlar Mûsâ ile kin güderek mücadeleye giriştiler.
لیک موسی را مقدم داشتند ** ساحران او را مکرم داشتند
Fakat onu büyük tuttular, öne geçirdiler, ağırladılar.
ز آن که گفتندش که فرمان آن تست ** گر تو میخواهی عصا بفکن نخست
Zira ona “Ferman senin. İstiyorsan önce sen asânı at” dediler.
گفت نی اول شما ای ساحران ** افکنید آن مکرها را در میان
Mûsâ “ Hayır, ey sihirbazlar, önce siz büyülerinizi meydana koyun” dedi.
این قدر تعظیم دینشان را خرید ** کز مری آن دست و پاهاشان برید
Mûsâ’ya karşı gösterdikleri o kadarcık hürmet, din sahibi olmalarına sebep oldu; inat yüzünden de elleri ayakları kesildi.
ساحران چون حق او بشناختند ** دست و پا در جرم آن درباختند1620
Sihirbazlar Mûsâ’nın hakkını anladıklarından evvelce işledikleri suça karşılık olarak ellerini, ayaklarını feda eylediler.
لقمه و نکته ست کامل را حلال ** تو نهای کامل مخور میباش لال
Yemek yemek ve nükte söylemek, kâmile helâldir; mademki sen kâmil değilsin yeme ve sükût et!
چون تو گوشی او زبان نی جنس تو ** گوشها را حق بفرمود أنصتوا
Çünkü sen kulaksın, o dildir; o senin cinsinden değil, Tanrı, kulaklara “Ansitû” buyurdu.
کودک اول چون بزاید شیر نوش ** مدتی خامش بود او جمله گوش
Çocuk önce, süt emme kabiliyetinde doğar, bir müddet susar ve tamamı ile kulak kesilir.
مدتی میبایدش لب دوختن ** از سخن تا او سخن آموختن
Lâkırdı söylemeyi öğreninceye kadar bir zaman dudağını yumması, söz söylememesi gerekir.
ور نباشد گوش و تیتی میکند ** خویشتن را گنگ گیتی میکند1625
Kulak vermezse “ti ,ti “ diye manasız sözler söyler; kendisini âlemin dilsizi yapar.
کر اصلی کش نبود آغاز گوش ** لال باشد کی کند در نطق جوش
Anadan sağır doğan ise hiç dinlemediği için dilsiz olur; nasıl dile gelsin?
ز آن که اول سمع باید نطق را ** سوی منطق از ره سمع اندر آ
Çünkü söz söylemek için önce dinlemek gerektir. Söze, kulak verme yolundan gir.
ادخلوا الأبیات من أبوابها ** و اطلبوا الأغراض فی أسبابها
Evlere kapılardan girin; rızıkları, sebeplerine teşebbüs ederek arayın!
نطق کان موقوف راه سمع نیست ** جز که نطق خالق بیطمع نیست
Dinleme ihtiyacı olmaksızın anlaşılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Tanrı’nın sözüdür.
مبدع است او تابع استاد نی ** مسند جمله و را اسناد نی1630
Tanrı, yarattığını eşsiz, örneksiz yaratır; üstada tâbi değildir. Herkes ona dayanır; onun dayanacağı bir varlık yoktur.
باقیان هم در حرف هم در مقال ** تابع استاد و محتاج مثال
Ondan başka bütün mahlûkat; hem sanatında, hem sözünde üstada tâbidir, örneğe muhtaçtır.
زین سخن گر نیستی بیگانهای ** دلق و اشکی گیر در ویرانهای
Bu söze yabancı değilsen bir hırkaya bürün, bir viraneye çekil ve gözyaşı dök!