English    Türkçe    فارسی   

1
187-236

  • کای لطیف استاد کامل معرفت ** فاش اندر شهرها از تو صفت‌‌
  • Dediler ki: “Ey lütuf sahibi üstat, ey marifette kâmil kişi! Öğülmen şehirlere yayılmıştır.
  • نک فلان شه از برای زرگری ** اختیارت کرد زیرا مهتری‌‌
  • İşte filân padişah, kuyumcubaşılık için seni seçti. Zira (bu işte) pek büyüksün, pek kâmilsin.
  • اینک این خلعت بگیر و زر و سیم ** چون بیایی خاص باشی و ندیم‌‌
  • Şimdicek şu elbiseyi, altın ve gümüşü al da gelince de padişahın havassından ve nedimlerinden olursun.”
  • مرد مال و خلعت بسیار دید ** غره شد از شهر و فرزندان برید 190
  • Adam; çok malı, çok parayı görünce gururlandı, şehirden çoluk çocuktan ayrıldı.
  • اندر آمد شادمان در راه مرد ** بی‌‌خبر کان شاه قصد جانش کرد
  • Adam, neşeli bir halde yola düştü. Haberi yoktu ki padişah canına kastetmişti.
  • اسب تازی بر نشست و شاد تاخت ** خونبهای خویش را خلعت شناخت‌‌
  • Arap atına binip sevinçle koşturdu, kendi kanının diyetini elbise sandı!
  • ای شده اندر سفر با صد رضا ** خود به پای خویش تا سوء القضا
  • Ey yüzlerce razılıkla sefere düşen ve bizzat kendi ayağı ile kötü bir kazaya giden!
  • در خیالش ملک و عز و مهتری ** گفت عزرائیل رو آری بری‌‌
  • Hayalinde mülk, şeref ve ululuk. Fakat Azrail “Git, evet, muradına erişirsin” demekte!
  • چون رسید از راه آن مرد غریب ** اندر آوردش به پیش شه طبیب‌‌ 195
  • O garip kişi yoldan gelince, hekim, onu padişahın huzuruna götürdü;
  • سوی شاهنشاه بردندش به ناز ** تا بسوزد بر سر شمع طراز
  • Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu, padişahın yanına izzet ve ikramla iletti.
  • شاه دید او را بسی تعظیم کرد ** مخزن زر را بدو تسلیم کرد
  • Padişah, onu görünce pek ağırladı, altın hazinesini ona teslim etti.
  • پس حکیمش گفت کای سلطان مه ** آن کنیزک را بدین خواجه بده‌‌
  • Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan o cariyeciği bu tacire ver
  • تا کنیزک در وصالش خوش شود ** آب وصلش دفع آن آتش شود
  • Ki visali ile iyileşsin, visalinin suyu o ateşi gidersin.”
  • شه بدو بخشید آن مه روی را ** جفت کرد آن هر دو صحبت جوی را 200
  • Padişah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahşetti, o iki sohbet müştakını birbirine çift etti.
  • مدت شش ماه می‌‌راندند کام ** تا به صحت آمد آن دختر تمام‌‌
  • Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu suretle o kız da tamamen iyileşti.
  • بعد از آن از بهر او شربت بساخت ** تا بخورد و پیش دختر می‌‌گداخت‌‌
  • Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı, kuyumcu içti, kızın karşısında erimeye başladı.
  • چون ز رنجوری جمال او نماند ** جان دختر در وبال او نماند
  • Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın canı, onun derdinden azat oldu, ondan vazgeçti.
  • چون که زشت و ناخوش و رخ زرد شد ** اندک اندک در دل او سرد شد
  • Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca, yüzü sararıp solunca kızın gönlü de yavaş yavaş ondan soğudu.
  • عشقهایی کز پی رنگی بود ** عشق نبود عاقبت ننگی بود 205
  • Ancak zahirî güzelliğe ait bulunan aşklar aşk değildir. Onlar nihayet bir âr olur.
  • کاش کان هم ننگ بودی یک سری ** تا نرفتی بر وی آن بد داوری‌‌
  • Keşke kuyumcu baştanbaşa ayıp ve âr olsaydı, tamamıyla çirkin bulunsaydı da başına bu kötü hal gelmeseydi!
  • خون دوید از چشم همچون جوی او ** دشمن جان وی آمد روی او
  • Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar aktı, yüzü canına düşman kesildi.
  • دشمن طاوس آمد پر او ** ای بسی شه را بکشته فر او
  • Tavus kuşunun kanadı, kendisine düşmandır. Nice padişahlar vardır ki kuvvet ve azametleri helâklerine sebep olmuştur.
  • گفت من آن آهوم کز ناف من ** ریخت این صیاد خون صاف من‌‌
  • Kuyumcu, ”Ben o ahuyum ki göbeğimin miskinden dolayı bu avcı, benim saf kanımı dökmüştür.
  • ای من آن روباه صحرا کز کمین ** سر بریدندش برای پوستین‌‌ 210
  • Ah, ben o sahra tilkisiyim ki postum için beni tuzağa düşürüp tuttular, başımı kestiler.
  • ای من آن پیلی که زخم پیل بان ** ریخت خونم از برای استخوان‌‌
  • Ah, ben o filim ki dişimi elde etmek için filci benim kanımı döktü.
  • آن که کشتستم پی مادون من ** می‌‌نداند که نخسبد خون من‌‌
  • Beni, benden aşağı birisi için öldüren, kanımı döken; bilmiyor ki benim kanım uyumaz!
  • بر من است امروز و فردا بر وی است ** خون چون من کس چنین ضایع کی است‌‌
  • Bugün bana ise yarın onadır. Böyle benim gibi bir adamın kanı nasıl zayi olur?
  • گر چه دیوار افکند سایه‌‌ی دراز ** باز گردد سوی او آن سایه باز
  • Duvar gerçi (günün ilk kısmında yere) uzun bir gölge düşürür; fakat o gölge, gölgeyi meydana getirene avdet eder.
  • این جهان کوه است و فعل ما ندا ** سوی ما آید نداها را صدا 215
  • Bu cihan dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir” dedi.
  • این بگفت و رفت در دم زیر خاک ** آن کنیزک شد ز عشق و رنج پاک‌‌
  • Kuyumcu, bu sözleri söyledi ve hemen toprak altına gitti. O cariyecik de aşktan ve hastalıktan arındı, tertemiz oldu.
  • ز انکه عشق مردگان پاینده نیست ** ز انکه مرده سوی ما آینده نیست‌‌
  • Çünkü ölülerin aşkı ebedî değildir, çünkü ölü, tekrar bize gelmez.
  • عشق زنده در روان و در بصر ** هر دمی باشد ز غنچه تازه‌‌تر
  • Diri aşk, ruhta ve gözdedir. Her anda goncadan daha taze olur durur.
  • عشق آن زنده گزین کاو باقی است ** کز شراب جان فزایت ساقی است‌‌
  • O dirinin aşkını seç ki bakidir ve canına can katan şaraptan sana sakilik eder.
  • عشق آن بگزین که جمله انبیا ** یافتند از عشق او کار و کیا 220
  • O‘nun aşkını seç ki bütün peygamberler, onun aşkıyla kuvvet ve kudret buldular, iş güç sahibi oldular.
  • تو مگو ما را بدان شه بار نیست ** با کریمان کارها دشوار نیست‌‌
  • Sen “Bize o padişahın huzuruna varmaya izin yoktur” deme. Kerim olan kişilere, hiçbir iş güç değildir.
  • بیان آن که کشتن و زهر دادن مرد زرگر به اشارت الهی بود نه به هوای نفس و تامل فاسد
  • Kuyumcuyu öldürme ve zehirlemenin Tanrı emriyle olup padişahın isteğiyle olmadığı
  • کشتن آن مرد بر دست حکیم ** نی پی اومید بود و نی ز بیم‌‌
  • O adamın, hekimin eliyle öldürülmesi, ne ümit içindi ne korkudan dolayı.
  • او نکشتش از برای طبع شاه ** تا نیامد امر و الهام اله‌‌
  • Tanrının emri ve ilhamı gelmedikçe hekim, onu padişahın hatırı için öldürmedi.
  • آن پسر را کش خضر ببرید حلق ** سر آن را درنیابد عام خلق‌‌
  • Hızır’ın o çocuğun boğazını kesmesindeki sırrı halkın avam kısmı anlayamaz.
  • آن که از حق یابد او وحی و جواب ** هر چه فرماید بود عین صواب‌‌ 225
  • Tanrı tarafından vahiy ve cevaba nail olan kişi her ne buyurursa o buyruk, doğrunun ta kendisidir.
  • آن که جان بخشد اگر بکشد رواست ** نایب است و دست او دست خداست‌‌
  • Can bağışlayan kişi öldürse de caizdir. O, nâibdir eli Tanrı elidir.
  • همچو اسماعیل پیشش سر بنه ** شاد و خندان پیش تیغش جان بده‌‌
  • İsmail gibi onun önüne baş koy. Kılıcının önünde sevinerek, gülerek can ver.
  • تا بماند جانت خندان تا ابد ** همچو جان پاک احمد با احد
  • Ki Ahmed’in pak canı, Ahad’la nasıl ebediyse senin canın da ebede kadar sevinçli ve gülümser bir halde kalsın.
  • عاشقان جام فرح آن گه کشند ** که به دست خویش خوبانشان کشند
  • Âşıklar, ferah kadehini, güzellerin elleri ile öldürdükleri vakit içerler.
  • شاه آن خون از پی شهوت نکرد ** تو رها کن بد گمانی و نبرد 230
  • Padişah o kanı şehvet uğruna dökmedi. Suizanda bulunma, münakaşayı bırak!
  • تو گمان بردی که کرد آلودگی ** در صفا غش کی هلد پالودگی‌‌
  • Sen onun hakkında kötü ve pis iş işledi deyip fena bir zanda bulundun. Su süzülüp durulunca, berrak bir hale gelince bu berraklıkta bulanıklık ve tortu kalır mı, süzülüş suda tortu bırakır mı?
  • بهر آن است این ریاضت وین جفا ** تا بر آرد کوره از نقره جفا
  • Bu riyazetler, bu cefa çekmeler, ocağın posayı gümüşten çıkarması içindir.
  • بهر آن است امتحان نیک و بد ** تا بجوشد بر سر آرد زر زبد
  • İyinin, kötünün imtihanı, altının kaynayıp tortusunun üste çıkması içindir.
  • گر نبودی کارش الهام اله ** او سگی بودی دراننده نه شاه‌‌
  • Eğer işi Tanrı ilhamı olmasaydı o, yırtıcı bir köpek olurdu, padişah olmazdı.
  • پاک بود از شهوت و حرص و هوا ** نیک کرد او لیک نیک بد نما 235
  • Şehvetten de tertemizdi, hırstan da, nefis isteğinden de. Güzel bir iş yaptı, fakat zahiren kötü görünüyordu.
  • گر خضر در بحر کشتی را شکست ** صد درستی در شکست خضر هست‌‌
  • Hızır, denizde gemiyi deldiyse de onun bu delişinde yüzlerce sağlamlık var.