تو که یوسف نیستی یعقوب باش ** همچو او با گریه و آشوب باش
Yusuf değilsen bile Yakup ol; onun gibi matlûbuna erişmek için ağla!
بشنو این پند از حکیم غزنوی ** تا بیابی در تن کهنه نوی 1905
Hakîm-i Gaznevî’nin şu nasihatini dinle de eski vücudunda bir yenilik bul:
ناز را رویی بباید همچو ورد ** چون نداری گرد بد خویی مگرد
“Naz için gül gibi bir yüz gerek. Öyle bir yüzün yoksa kötü huyun etrafında dönüp dolaşma, nazlanma!
زشت باشد روی نازیبا و ناز ** سخت باشد چشم نابینا و درد
Çirkin ve sarı bir yüzün nazı da çirkindir. Gözün hem kör, hem de hastalıklı oluşu müşküldür.
پیش یوسف نازش و خوبی مکن ** جز نیاز و آه یعقوبی مکن
Yusuf’a karşı nazlanma, güzellik iddia etme! Yakub’casına niyaz etmek ve ah eylemekten başka bir şey yapma!
معنی مردن ز طوطی بد نیاز ** در نیاز و فقر خود را مرده ساز
Dudunun ölümünün manası niyazdı. Sen de niyaz ve yoksullukta kendini ölü yap!
تا دم عیسی ترا زنده کند ** همچو خویشت خوب و فرخنده کند 1910
İsa’nın nefesi seni diriltsin, kendisi gibi güzel ve mutlu bir hale getirsin!
از بهاران کی شود سر سبز سنگ ** خاک شو تا گل برویی رنگ رنگ
Baharların tesiriyle taş yeşerir mi? Toprak ol ki renk renk çiçekler bitiresin.
سالها تو سنگ بودی دل خراش ** آزمون را یک زمانی خاک باش
Yıllarca gönüller yırtan, kalplere elem veren taş oldun; bir tecrübe et, bir zaman da toprak ol!
داستان پیر چنگی که در عهد عمر از بهر خدا روز بینوایی چنگ زد میان گورستان
Tanrı razı olsun, Ömer zamanında yoksulluk gününde gidip mezarlıkta çenk çalan ihtiyar çalgıcının hikâyesi
آن شنیده ستی که در عهد عمر ** بود چنگی مطربی با کر و فر
(Bilmem) işittin mi? Ömer zamanında pek güzel, pek lâtif çenk çalan bir çalgıcı vardı.
بلبل از آواز او بیخود شدی ** یک طرب ز آواز خوبش صد شدی
Bülbül onun sesinden kendini kaybeder; bir namesini dinleyenlerin şevki, yüz misli artardı.
مجلس و مجمع دمش آراستی ** وز نوای او قیامت خاستی 1915
Meclisleri, cemiyetleri, onun nağmeleri süsler; onun sesinden kıyametler kopardı.
همچو اسرافیل کاوازش به فن ** مردگان را جان در آرد در بدن
Sesi, İsrafil gibi mucizeler gösterir, ölülerin bedenlerine can bağışlardı.
یا رسیلی بود اسرافیل را ** کز سماعش پر برستی فیل را
Yahut İsrafil’e yardım ederdi; onun nağmelerini dinleyen fil bile kanatlanırdı.
سازد اسرافیل روزی ناله را ** جان دهد پوسیدهی صد ساله را
İsrafil, bir gün nağmesini düzer ve yüzlerce yıllık çürümüş ölüye can verir.
انبیا را در درون هم نغمههاست ** طالبان را ز آن حیات بیبهاست
Peygamberlerin de içlerinde öyle nağmeler vardır ki o nağmelerde isteyenlere, değer biçilmez bir hayat erişir.
نشنود آن نغمهها را گوش حس ** کز ستمها گوش حس باشد نجس 1920
Fakat o nağmeleri his kulağı duymaz, çünkü his kulağı, kötülükler yüzünden pis bir haldedir.
نشنود نغمهی پری را آدمی ** کاو بود ز اسرار پریان اعجمی
İnsanoğlu perinin nağmesini işitmez; çünkü perilerin sırlarına yabancıdır.
گر چه هم نغمهی پری زین عالم است ** نغمهی دل برتر از هر دو دم است
Gerçi perinin nağmesi de bu âlemdedir ama gönül nağmesi her iki sesten de yüksektir.
که پری و آدمی زندانیاند ** هر دو در زندان این نادانیاند
Zira peri de, insan da mahpustur; ikisi de bu bilgisizlik ve gaflet zindanındadır.
معشر الجن سورهی رحمان بخوان ** تستطیعوا تنفذوا را باز دان
Rahman Suresinden “Yâ ma’şaralcinn” âyetini oku; “Tenfüzû testa’tîû “ nun mânasını iyice bil!
نغمههای اندرون اولیا ** اولا گوید که ای اجزای لا 1925
Velîlerin içi nağmeleri evvelâ der ki: “Ey yokluk âleminin cüzüler!
هین ز لای نفی سرها بر زنید ** این خیال و وهم یک سو افکنید
Kendinize gelin; nefis yokluğundan baş çıkaran; bu hayali, bu vehmi bir tarafa atın!
ای همه پوسیده در کون و فساد ** جان باقیتان نرویید و نزاد
Ey Kevn ü fesat âleminde tamamıyla çürümüş canlar! Ebedî canlarınız ne vücuda geldi, ne doğdu!”
گر بگویم شمهای ز آن نغمهها ** جانها سر بر زنند از دخمهها
O nağmelerden pek az, pek cüzi bir miktarını söylesem canlar, mezar ve merkatlerinden başkaldırırlar.
گوش را نزدیک کن کان دور نیست ** لیک نقل آن به تو دستور نیست
Kulak ver! O nağmeler uzakta değil; fakat sana söylemeğe izin yok.
هین که اسرافیل وقتاند اولیا ** مرده را ز یشان حیات است و حیا 1930
Agâh ol ki veliler, zamanın İsrafil’idirler. Ölüler, onlardan can bulur, gelişirler.
جان هر یک مردهای از گور تن ** بر جهد ز آوازشان اندر کفن
Ölü canlar, ten mezarında kefenlerine bürünmüş yatarlarken onların sesinden sıçrayıp kalkarlar
گوید این آواز ز آوازها جداست ** زنده کردن کار آواز خداست
Derler ki: Bu ses, öbür seslerden bambaşka; çünkü diriltmek Tanrı sesinin işidir.
ما بمردیم و بکلی کاستیم ** بانگ حق آمد همه برخاستیم
Biz öldük, tamamıyla çürüdük, mahvolduk. Fakat Tanrı sesi gelince hepimiz dirildik, kalktık.
بانگ حق اندر حجاب و بیحجاب ** آن دهد کو داد مریم را ز جیب
Tanrı sesi ister hicap ardından, ister hicapsız gelsin... Cebrail, Meryem’e, yakasından üfleyerek ne verdiyse Tanrı sesi de insana onu verir.
ای فناتان نیست کرده زیر پوست ** باز گردید از عدم ز آواز دوست 1935
Ey derileri altında yokluğun çürütüp mahvettiği kimseler! Sevgilinin sesiyle yokluktan dönün, tekrar var olun!
مطلق آن آواز خود از شه بود ** گر چه از حلقوم عبد الله بود
O ses, Tanrı kulunun boğazından çıksa da esasen ve mutlaka Padişahtan gelmektedir.
گفته او را من زبان و چشم تو ** من حواس و من رضا و خشم تو
Tanrı ona dedi ki: “Ben dilim, sen vücutsun. Ben senin hislerin, memnuniyet ve gazabınım,
رو که بییسمع و بییبصر تویی ** سر تویی چه جای صاحب سر تویی
Yürü! Benimle duyan, benimle gören sensin. Sır sahibi olmak da ne demek? Bizzat sır sensin.
چون شدی من کان لله از وله ** من ترا باشم که کان الله له
Sen mademki hayret âleminde “Lillâh” sırrına mazhar oldun, ben de senin olurum. Çünkü “Kim, Tanrı’nın olursa Tanrı onun olur.”
گه تویی گویم ترا گاهی منم ** هر چه گویم آفتاب روشنم 1940
Sana bazen sensin derim, bazen de benim derim. Ne dersem diyeyim, ben aydın ve parlak bir güneşim.
هر کجا تابم ز مشکات دمی ** حل شد آن جا مشکلات عالمی
Her nerede bir çırağlıktan parlasan orada bütün âlemin müşkülleri hallolur.
ظلمتی را کافتابش بر نداشت ** از دم ما گردد آن ظلمت چو چاشت
Güneşin bile gideremediği, aydınlatamadığı karanlık, bizim nefsimizden kuşluk çağı gibi aydınlanır.
آدمی را او به خویش اسما نمود ** دیگران را ز آدم اسما میگشود
Âdem evlâdına esmasını bizzat gösterdi. ( Âdem’i, isimlerine mazhar etti); diğer mevcudata esma, Âdem’den açıldı.
خواه ز آدم گیر نورش خواه از او ** خواه از خم گیر میخواه از کدو
Nurunu, istersen Âdem’den al, istersen ondan şarabı, dilersen küpten al, dilersen testiden!
کاین کدو با خنب پیوسته ست سخت ** نی چو تو شاد آن کدوی نیک بخت 1945
Çünkü bu testi, küple adamakıllı birleşmiştir; o iyi bahtlı testi, senin gibi (zahiri zevklerle şad değil, hakiki neşeyle neşelenmiş) tir.
گفت طوبی من رآنی مصطفا ** و الذی یبصر لمن وجهی رأی
Mustafa, “Beni görene benim yüzümü gören kişiyi görene ne mutlu” dedi.
چون چراغی نور شمعی را کشید ** هر که دید آن را یقین آن شمع دید
Bir mumdan yanmış olan çırağı gören, yakînen o mumu görmüştür.
همچنین تا صد چراغ ار نقل شد ** دیدن آخر لقای اصل شد
Bu tarzda o mumdan yakılan çırağdan başka bir çırağ, ondan da diğer bir mum yakılsa ve ta yüzüncü muma kadar, hep o ilk mumun nuru intikal etse, sonuncu mumu görmek, hepsinin aslı olan ilk mumu görmektir.
خواه از نور پسین بستان تو آن ** هیچ فرقی نیست خواه از شمعدان
İstersen o nuru, son çırağdan al, istersen ilk çırağdan hiç fark yok.
خواه بین نور از چراغ آخرین ** خواه بین نورش ز شمع غابرین 1950
Nuru, dilersen son gelenlerin mumundan gör, dilersen geçmişlerin mumundan.
در بیان این حدیث که إن لربکم فی أیام دهرکم نفحات ألا فتعرضوا لها
“ Zamanınızdaki günlerde Rabbinizin güzel kokuları vardır. Kendinize gelin; o güzel kokuları almaya çalışın “ hadisinin tefsiri
گفت پیغمبر که نفحتهای حق ** اندر این ایام میآرد سبق
Peygamber, “Hakkın güzel ve temiz kokuları, bu günlerde esecek,
گوش و هش دارید این اوقات را ** در ربایید این چنین نفحات را
O vakitlere kulak verin, aklınız o vakitlerde olsun ki, bu çeşit güzel kokuları alasınız, bu fırsatı kaçırmayınız dedi.
نفحه آمد مر شما را دید و رفت ** هر که را که خواست جان بخشید و رفت
Güzel koku geldi, sizin haberiniz yokken esip, esip gitti... Dilediğine can bağışlayıp geçti.