نی ز کوران کشت آید نه درود ** نه عمارت نه تجارتها و سود
Körlerin elinden ne ekmek gelir, ne biçmek gelir, ne alışveriş gelir, ne de kâr ve kazanç.
گر نکردی رحمت و افضالتان ** در شکستی چوب استدلالتان2135
Tanrı onlara merhamet ve inayet kılmasaydı onların istidlâl değnekleri hemencecik kırılırdı.
این عصا چه بود قیاسات و دلیل ** آن عصا کی دادشان بینا جلیل
Bu sopa nedir? Kıyaslar, deliller. O sopayı onlara kim verdi? Gören Tanrı!
چون عصا شد آلت جنگ و نفیر ** آن عصا را خرد بشکن ای ضریر
Sopa, mademki savaş ve kavga âletidir; ey kör, o sopayı kır, paramparça et!
او عصاتان داد تا پیش آمدید ** آن عصا از خشم هم بر وی زدید
O size sopa verdi de öyle meydana çıktınız. Sonra da kızgınlıkla o sopayı yine ona vurdunuz.
حلقهی کوران به چه کار اندرید ** دیدبان را در میانه آورید
Ey körler güruhu! Ne iştesiniz, ne yapıyorsunuz? Aranıza bir gören kişi alın!
دامن او گیر کاو دادت عصا ** در نگر کادم چها دید از عصی2140
Sen de sana sopa verenin eteğini tut. Bak bir kere Âdem Peygamber istidlâl ve isyan yüzünden neler çekti?
معجزهی موسی و احمد را نگر ** چون عصا شد مار و استن با خبر
Mûsâ ve Muhammed’in mucizelerine dikkat et. Sopa nasıl yılan şekline girdi, direk nasıl irfan sahibi oldu?
از عصا ماری و از استن حنین ** پنج نوبت میزنند از بهر دین
Sopa yılan şekline girdi, direkten de inilti duyuldu. Bu mucizeleri, dini izhar için günde beş kere ilân ederler.
گرنه نامعقول بودی این مزه ** کی بدی حاجت به چندین معجزه
Bu din lezzeti eğer akla aykırı olmasaydı bunca mucizeye hacet var mıydı?
هر چه معقول است عقلش میخورد ** بیبیان معجزه بیجر و مد
Akıl akla uygun olan her şeyi; mucizesiz, keşmekeşsiz kabul eder.
این طریق بکر نامعقول بین ** در دل هر مقبلی مقبول بین2145
Bu bâkir yolu, akla aykırı (akıl hududundan hariç, kıyas ve istidlâle sığmaz) gör ve bu görüş, her devlet sahibine makbuldür; buna da dikkat et.
همچنان کز بیم آدم دیو و دد ** در جزایر در رمیدند از حسد
Şeytanlarla canavarlar, nasıl insan korkusundan ve hasetlerinden ürküp adalara, ıssız yerlere kaçtılarsa,
هم ز بیم معجزات انبیا ** سر کشیده منکران زیر گیا
Münkirler de Peygamberlerin mucizelerinden korkup başlarını otların içlerine sokmuşlar.
تا به ناموس مسلمانی زیاند ** در تسلس تا ندانی که کیاند
Bu suretle müslümanlık ediyle anılarak yaşamak, kim olduklarını, ne inanışta bulunduklarını sana bildirmemek istemişlerdir.
همچو قلابان بر آن نقد تباه ** نقره میمالند و نام پادشاه
Kalpazanlar, kalp paraya nasıl gümüş sürerler ve üstüne padişahın adını kazırlarsa,
ظاهر الفاظشان توحید و شرع ** باطن آن همچو در نان تخم صرع2150
Onları sözlerinin dış yüzü de tevhit ve şeriattir; fakat iç yüzü, ekmekteki delice tohumuna benzer.
فلسفی را زهره نی تا دم زند ** دم زند دین حقش بر هم زند
Felsefecinin, dini inkâra, yahut din ehliyle mübahaseye kudreti yoktur. Böyle bir şeye girişirse Hak din, onu mahveder.
دست و پای او جماد و جان او ** هر چه گوید آن دو در فرمان او
Onun eli, ayağı cansızdır. Canı ne derse ikisi de fermanına uyar, dediğini yapar.
با زبان گر چه که تهمت مینهند ** دست و پاهاشان گواهی میدهند
Felsefeciler, dilleriyle cansız şeylerin hareketini, seslenmesini inkâr ederlerse de elleriyle ayakları, bunun imkânına şehadet edip durur.
اظهار معجزهی پیغامبر علیه السلام به سخن آمدن سنگ ریزه در دست ابو جهل و گواهی دادن سنگ ریزه بر حقیقت محمد علیه الصلاة و السلام
Peygamber Aleyhisselâm’ın mucizesi, Ebucehil Aleyhillâne’nin elinde taş parçalarının dile gelerek Muhammed Sallâllahu Aleyhi Vesellem’in doğruluğuna şehadet etmeleri
سنگها اندر کف بو جهل بود ** گفت ای احمد بگو این چیست زود
Ebucehl’in elinde taş parçaları vardı. Dedi ki: “Ey Ahmed, şu avucumdaki nedir? Çabuk söyle!
گر رسولی چیست در مشتم نهان ** چون خبر داری ز راز آسمان2155
Mademki göklerin sırlarına vâkıfsın, peygambersen avucumda ne saklı?”
گفت چون خواهی بگویم کان چهاست ** یا بگویند آن که ما حقیم و راست
Peygamber “Onlar nedir, ben mi söyleyeyim; yoksa onlar mı doğru olduğumuzu söylesin, bizi tasdik etsinler; hangisini istersin? Dedi.
گفت بو جهل این دوم نادرتر است ** گفت آری حق از آن قادرتر است
Ebucehil “Bu ikincisi daha garip” deyince Peygamber dedi ki: “Evet, Tanrı ondan daha ilerisine de kadirdir.”
از میان مشت او هر پاره سنگ ** در شهادت گفتن آمد بیدرنگ
Derhal Ebucehl’in avucundaki taşların her biri, şahadet getirmeye başladı.
لا إله گفت و إلا الله گفت ** گوهر احمد رسول الله سفت
“İbadete layık hiçbir şey yoktur, ancak Tek Tanrı’ya tapılır” dedi ve “Muhammed, Tanrı elçisidir” incisini deldi.
چون شنید از سنگها بو جهل این ** زد ز خشم آن سنگها را بر زمین2160
Ebucehil, taşlardan bu sözü işitince hiddetle taşları yere vurdu.
بقیهی قصهی مطرب و پیغام رسانیدن عمر به او آن چه هاتف آواز داد
Çalgıcı hikâyesinin sonu ve Emirülmüminîn Ömer’in –Tanrı ondan razı olsun kendisine Hatifin söylediğini alıp ulaştırması
باز گرد و حال مطرب گوش دار ** ز آن که عاجز گشت مطرب ز انتظار
Bunu bırak da yine çalgıcının hikâyesine kulak ver. Çalgıcı, beklemekten bunalınca.
بانگ آمد مر عمر را کای عمر ** بندهی ما را ز حاجت باز خر
Ömer’e yine ses geldi! “Ey Ömer, kulumuzu ihtiyaçtan kurtar!
بندهای داریم خاص و محترم ** سوی گورستان تو رنجه کن قدم
Has, muhterem bir kulumuz var; mezarlığa kadar gitmek zahmetini ihtiyar et.
ای عمر برجه ز بیت المال عام ** هفت صد دینار در کف نه تمام
Ey Ömer, kalk. Beytülmâlden yedi yüz dinar al, hepsini onun avucuna say!
پیش او بر کای تو ما را اختیار ** این قدر بستان کنون معذور دار2165
O parayı huzuruna götürüp “O parayı huzuruna götürüp “Ey makbulümüz olan! Şimdilik bu kadarcığı al ve bizi mazur gör.
این قدر از بهر ابریشم بها ** خرج کن چون خرج شد اینجا بیا
Bu kadarcık para sana ancak ibrişim (kirşi) parasıdır. Harcet, bitince yine buraya gel” de.
پس عمر ز آن هیبت آواز جست ** تا میان را بهر این خدمت ببست
Bunun üzerine Ömer, sesin heybetinden sıçrayıp kalkarak bu hizmet için belini bağladı.
سوی گورستان عمر بنهاد رو ** در بغل همیان دوان در جستجو
Koltuğu altında para kesesi olduğu halde koşarak çalgıcıyı arayıp taramak için mezarlığa yüz tuttu.
گرد گورستان دوانه شد بسی ** غیر آن پیر او ندید آن جا کسی
Mezarlığın etrafını bir hayli döndü, dolaştı; orada o ihtiyardan başka kimseyi göremedi.
گفت این نبود دگر باره دوید ** مانده گشت و غیر آن پیر او ندید2170
“Bu olmasa gerek” deyip bir kere daha koştu. Nihayet yoruldu, fakat yine o ihtiyardan başkasını göremedi.
گفت حق فرمود ما را بندهای است ** صافی و شایسته و فرخندهای است
Kendi kendisine “Hak, bana dedi ki: bizim sâf, makbul ve mübarek kulumuz var;
پیر چنگی کی بود خاص خدا ** حبذا ای سر پنهان حبذا
İhtiyar bir çalgıcı, nasıl olur da Tanrı haslarından olur? Ey gizli sır, ne hoşsun sen, hoş ve garip!”
بار دیگر گرد گورستان بگشت ** همچو آن شیر شکاری گرد دشت
Ava çıkan aslanın dönüp dolaşması gibi bir kere daha mezarlık etrafını dolaştı.
چون یقین گشتش که غیر پیر نیست ** گفت در ظلمت دل روشن بسی است
Orada o ihtiyardan başka kimsenin olmadığını iyice anlayınca “ karanlıklar içinde parlak gönüller çoktur” dedi.
آمد او با صد ادب آن جا نشست ** بر عمر عطسه فتاد و پیر جست2175
Gelip edebe fazlasıyla riayet ederek oraya oturdu. Bu sırada Ömer aksırdı, ihtiyar uyanıp sıçradı.
مر عمر را دید و ماند اندر شگفت ** عزم رفتن کرد و لرزیدن گرفت
Ömer’i görünce şaşırdı, kaldı. Gitmek istedi, fakat titremeğe başladı.
گفت در باطن خدایا از تو داد ** محتسب بر پیرکی چنگی فتاد
İçinden dedi ki: “Yarabbi senin elinden elemân! Şimdi de çalgıcı ihtiyarcağıza muhtesip geldi, çattı.”
چون نظر اندر رخ آن پیر کرد ** دید او را شرمسار و روی زرد
Ömer, o ihtiyarın yüzüne bakıp da onu utanmış çehresini sararmış görünce,
پس عمر گفتش مترس از من مرم ** کت بشارتها ز حق آوردهام
“Benden korkma, ürkme; çünkü sana Hak’tan müjdeler getirdim.
چند یزدان مدحت خوی تو کرد ** تا عمر را عاشق روی تو کرد2180
Tanrı, senin huylarını o derece methetti ki nihayet Ömer’i, senin cemaline âşık etti.
پیش من بنشین و مهجوری مساز ** تا به گوشت گویم از اقبال راز
Otur şöyle önüme; uzaklaşmağa kalkışma. Kulağına devlet ve ikbal âleminden bazı sırlar söyleyeyim.
حق سلامت میکند میپرسدت ** چونی از رنج و غمان بیحدت
Tanrı sana selâm söylüyor; halini, hatırını soruyor. Hadsiz hesapsız zahmetlerden, kederlerden, ne haldesin? Buyuruyor.
نک قراضهی چند ابریشم بها ** خرج کن این را و باز اینجا بیا
Şimdilik şu birkaç dinarı ibrişim parası olarak al, harca da bitince yine buraya gel!