-
گفت چون خواهی بگویم کان چهاست ** یا بگویند آن که ما حقیم و راست
- Peygamber “Onlar nedir, ben mi söyleyeyim; yoksa onlar mı doğru olduğumuzu söylesin, bizi tasdik etsinler; hangisini istersin? Dedi.
-
گفت بو جهل این دوم نادرتر است ** گفت آری حق از آن قادرتر است
- Ebucehil “Bu ikincisi daha garip” deyince Peygamber dedi ki: “Evet, Tanrı ondan daha ilerisine de kadirdir.”
-
از میان مشت او هر پاره سنگ ** در شهادت گفتن آمد بیدرنگ
- Derhal Ebucehl’in avucundaki taşların her biri, şahadet getirmeye başladı.
-
لا إله گفت و إلا الله گفت ** گوهر احمد رسول الله سفت
- “İbadete layık hiçbir şey yoktur, ancak Tek Tanrı’ya tapılır” dedi ve “Muhammed, Tanrı elçisidir” incisini deldi.
-
چون شنید از سنگها بو جهل این ** زد ز خشم آن سنگها را بر زمین 2160
- Ebucehil, taşlardan bu sözü işitince hiddetle taşları yere vurdu.
-
بقیهی قصهی مطرب و پیغام رسانیدن عمر به او آن چه هاتف آواز داد
- Çalgıcı hikâyesinin sonu ve Emirülmüminîn Ömer’in –Tanrı ondan razı olsun kendisine Hatifin söylediğini alıp ulaştırması
-
باز گرد و حال مطرب گوش دار ** ز آن که عاجز گشت مطرب ز انتظار
- Bunu bırak da yine çalgıcının hikâyesine kulak ver. Çalgıcı, beklemekten bunalınca.
-
بانگ آمد مر عمر را کای عمر ** بندهی ما را ز حاجت باز خر
- Ömer’e yine ses geldi! “Ey Ömer, kulumuzu ihtiyaçtan kurtar!
-
بندهای داریم خاص و محترم ** سوی گورستان تو رنجه کن قدم
- Has, muhterem bir kulumuz var; mezarlığa kadar gitmek zahmetini ihtiyar et.
-
ای عمر برجه ز بیت المال عام ** هفت صد دینار در کف نه تمام
- Ey Ömer, kalk. Beytülmâlden yedi yüz dinar al, hepsini onun avucuna say!
-
پیش او بر کای تو ما را اختیار ** این قدر بستان کنون معذور دار 2165
- O parayı huzuruna götürüp “O parayı huzuruna götürüp “Ey makbulümüz olan! Şimdilik bu kadarcığı al ve bizi mazur gör.
-
این قدر از بهر ابریشم بها ** خرج کن چون خرج شد اینجا بیا
- Bu kadarcık para sana ancak ibrişim (kirşi) parasıdır. Harcet, bitince yine buraya gel” de.
-
پس عمر ز آن هیبت آواز جست ** تا میان را بهر این خدمت ببست
- Bunun üzerine Ömer, sesin heybetinden sıçrayıp kalkarak bu hizmet için belini bağladı.
-
سوی گورستان عمر بنهاد رو ** در بغل همیان دوان در جستجو
- Koltuğu altında para kesesi olduğu halde koşarak çalgıcıyı arayıp taramak için mezarlığa yüz tuttu.
-
گرد گورستان دوانه شد بسی ** غیر آن پیر او ندید آن جا کسی
- Mezarlığın etrafını bir hayli döndü, dolaştı; orada o ihtiyardan başka kimseyi göremedi.
-
گفت این نبود دگر باره دوید ** مانده گشت و غیر آن پیر او ندید 2170
- “Bu olmasa gerek” deyip bir kere daha koştu. Nihayet yoruldu, fakat yine o ihtiyardan başkasını göremedi.
-
گفت حق فرمود ما را بندهای است ** صافی و شایسته و فرخندهای است
- Kendi kendisine “Hak, bana dedi ki: bizim sâf, makbul ve mübarek kulumuz var;
-
پیر چنگی کی بود خاص خدا ** حبذا ای سر پنهان حبذا
- İhtiyar bir çalgıcı, nasıl olur da Tanrı haslarından olur? Ey gizli sır, ne hoşsun sen, hoş ve garip!”
-
بار دیگر گرد گورستان بگشت ** همچو آن شیر شکاری گرد دشت
- Ava çıkan aslanın dönüp dolaşması gibi bir kere daha mezarlık etrafını dolaştı.
-
چون یقین گشتش که غیر پیر نیست ** گفت در ظلمت دل روشن بسی است
- Orada o ihtiyardan başka kimsenin olmadığını iyice anlayınca “ karanlıklar içinde parlak gönüller çoktur” dedi.
-
آمد او با صد ادب آن جا نشست ** بر عمر عطسه فتاد و پیر جست 2175
- Gelip edebe fazlasıyla riayet ederek oraya oturdu. Bu sırada Ömer aksırdı, ihtiyar uyanıp sıçradı.
-
مر عمر را دید و ماند اندر شگفت ** عزم رفتن کرد و لرزیدن گرفت
- Ömer’i görünce şaşırdı, kaldı. Gitmek istedi, fakat titremeğe başladı.
-
گفت در باطن خدایا از تو داد ** محتسب بر پیرکی چنگی فتاد
- İçinden dedi ki: “Yarabbi senin elinden elemân! Şimdi de çalgıcı ihtiyarcağıza muhtesip geldi, çattı.”
-
چون نظر اندر رخ آن پیر کرد ** دید او را شرمسار و روی زرد
- Ömer, o ihtiyarın yüzüne bakıp da onu utanmış çehresini sararmış görünce,
-
پس عمر گفتش مترس از من مرم ** کت بشارتها ز حق آوردهام
- “Benden korkma, ürkme; çünkü sana Hak’tan müjdeler getirdim.
-
چند یزدان مدحت خوی تو کرد ** تا عمر را عاشق روی تو کرد 2180
- Tanrı, senin huylarını o derece methetti ki nihayet Ömer’i, senin cemaline âşık etti.
-
پیش من بنشین و مهجوری مساز ** تا به گوشت گویم از اقبال راز
- Otur şöyle önüme; uzaklaşmağa kalkışma. Kulağına devlet ve ikbal âleminden bazı sırlar söyleyeyim.
-
حق سلامت میکند میپرسدت ** چونی از رنج و غمان بیحدت
- Tanrı sana selâm söylüyor; halini, hatırını soruyor. Hadsiz hesapsız zahmetlerden, kederlerden, ne haldesin? Buyuruyor.
-
نک قراضهی چند ابریشم بها ** خرج کن این را و باز اینجا بیا
- Şimdilik şu birkaç dinarı ibrişim parası olarak al, harca da bitince yine buraya gel!
-
پیر لرزان گشت چون این را شنید ** دست میخایید و بر خود میتپید
- İhtiyâr, bunu işitince kendini yerden yere vurup ellerini ısırmağa, elbisesini yırtmaya başladı.
-
بانگ میزد کای خدای بینظیر ** بس که از شرم آب شد بیچاره پیر 2185
- “Ey naziri olmayan Tanrı! Ziyade utancından zavallı ihtiyar su kesildi” diye bağırmağa koyuldu.
-
چون بسی بگریست و از حد رفت درد ** چنگ را زد بر زمین و خرد کرد
- Bir hayli ağlayıp eleme düştü. Nihayet çengi yere çalıp parça parça etti.
-
گفت ای بوده حجابم از اله ** ای مرا تو راه زن از شاه راه
- Dedi ki: “Ey benimle Rabbimin arasında perde olan, ey beni ana yoldan azdırıp sapıtan!
-
ای بخورده خون من هفتاد سال ** ای ز تو رویم سیه پیش کمال
- Ey yetmiş yıldır kanımı emen, kemal sahibine karşı yüzümü kara eden!
-
ای خدای با عطای با وفا ** رحم کن بر عمر رفته در جفا
- İhsan ve vefa sahibi Tanrı, cefalarla, suçlarla, geçen ömrüme sen acı!
-
داد حق عمری که هر روزی از آن ** کس نداند قیمت آن در جهان 2190
- Tanrı bana öyle bir ömür verdi ki o ömrün bir gününün kıymetini bile cihanda kimse bilemez.
-
خرج کردم عمر خود را دمبهدم ** در دمیدم جمله را در زیر و بم
- Bense bütün o ömrü, her nefeste zir ve bem perdelerine harç ederek yele verdim.
-
آه کز یاد ره و پردهی عراق ** رفت از یادم دم تلخ فراق
- Ah! Arap ve Acem tarzını anmaktan, Irak perdesiyle meşgul olmaktan acı ayrılık zamanı hatırımdan çıktı.
-
وای کز تری زیر افکند خرد ** خشک شد کشت دل من دل بمرد
- Eyvallah olsun ki Kûçek makamının tazeliği yüzünden gönlümün ekini kurudu, gönlüm öldü.
-
وای کز آواز این بیست و چهار ** کاروان بگذشت و بیگه شد نهار
- Eyvahlar olsun bu yirmi dört makamın sesinden ki kervan geçti, gündüz de bitti!
-
ای خدا فریاد زین فریادخواه ** داد خواهم نه ز کس زین داد خواه 2195
- Ey, Tanrı, bu feryat edenin elinden feryat! Hiç kimseden değil, bu medet isteyen medet! Şikâyetim en çok kendimden...
-
داد خود از کس نیابم جز مگر ** ز آن که او از من به من نزدیکتر
- Kimseden medet yok. Yalnız ve ancak bana, benden yakın olandan medet var.
-
کاین منی از وی رسد دم دم مرا ** پس و را بینم چو این شد کم مرا
- Çünkü bana bu varlık, her an ondan gelmekte... Varlığım mahvolunca da ancak onu görürüm, başkasını değil.”
-
همچو آن کاو با تو باشد زر شمر ** سوی او داری نه سوی خود نظر
- Birisi sana para verse, altın saysa sen ona bakarsın, kendine değil; bu da ona benzer.
-
گردانیدن عمر نظر او را از مقام گریه که هستی است به مقام استغراق که نیستی است
- Ömer’in –Tanrı ondan razı olsun- ihtiyar çalgıcının nazarını varlık âlemi olan istiğrak âlemine çevirmesi
-
پس عمر گفتش که این زاری تو ** هست هم آثار هشیاری تو
- Bunun üzerine Ömer, çalgıcıya dedi ki: “Senin bu ağlaman, aklının başında olduğuna delâlet eder.
-
راه فانی گشته راهی دیگر است ** ز آن که هشیاری گناهی دیگر است 2200
- Yok olanın yolu, başka yoldur; çünkü aklı başında olmak da başka bir günahtır.
-
هست هشیاری ز یاد ما مضی ** ماضی و مستقبلت پردهی خدا
- Aklı başında oluş, geçmişleri hatırlamaktan ileri gelir. Geçmişin de Tanrı’ya perdedir,geleceğin de.
-
آتش اندر زن به هر دو تا به کی ** پر گره باشی از این هر دو چو نی
- Her ikisini de ateşe vur. Bu ikisi yüzünden ne vakte kadar ney gibi boğum boğum olacaksın?
-
تا گره با نی بود هم راز نیست ** همنشین آن لب و آواز نیست
- Neyde boğum bulundukça sırdaş değildir; dudağın, sesin mahremi olamaz.
-
چون به طوفی خود به طوفی مرتدی ** چون به خانه آمدی هم با خودی
- Sen, kendi tarafından tavaf edip durdukça nasıl tavafta olursun, kendinde oldukça nasıl olur da Kâbeye gelmiş sayılırsın?
-
ای خبرهات از خبر ده بیخبر ** توبهی تو از گناه تو بتر 2205
- Haberlerin haber vericiden bihaberdir; tövben günahından beterdir.