English    Türkçe    فارسی   

1
2258-2307

  • خویش و بیگانه شده از ما رمان ** بر مثال سامری از مردمان‌‌
  • Sâmirî’nin halktan kaçtığı gibi akraba, yabancı... herkes, bizden kaçıyor.
  • گر بخواهم از کسی یک مشت نسک ** مر مرا گوید خمش کن مرگ و جسک‌‌
  • Birisinden bir avuç mercimek isteyecek olsak bize “Sus, geber, babalar çıkarasıca!” diyor.
  • مر عرب را فخر غزو است و عطا ** در عرب تو همچو اندر خط خطا 2260
  • Arabın iftiharı, savaş ve ihsandır. Sence Arap içinde yazıda kazınıp yok edilecek bir yanlışa benziyorsun.
  • چه غزا ما بی‌‌غزا خود کشته‌‌ایم ** ما به تیغ فقر بی‌‌سر گشته‌‌ایم‌‌
  • Ne savaşı? Zaten biz savaşsız öldürülmüş, bitmişiz; yoksulluk kılıcıyla başımız uçurulmuş, gitmiş!
  • چه عطا ما بر گدایی می‌‌تنیم ** مر مگس را در هوا رگ می‌‌زنیم‌‌
  • İhsan nerede? Yoksulluğun etrafında dönüp dolaşarak ağ örmekte, havada uçan sineğin damarını sokup kanını emmekteyiz.
  • گر کسی مهمان رسد گر من منم ** شب بخسبد قصد دلق او کنم‌‌
  • Hele bize misafir gelsin... Geceleyin uyuyunca elbisesini soymazsam ben de adam değilim!
  • مغرور شدن مریدان محتاج به مدعیان مزور و ایشان را شیخ و محتشم و واصل پنداشتن و نقل را از نقد فرق نادانستن و بر بسته را از بر رسته‌‌
  • Muhtaç ve müştak müritlerin yalancı, düzenci dâvacılara aldanmaları ve onları Hakk’a ulaşmış, yüce şeyh sanmaları, veresiyeyi peşinden, hileyle yapılmış çiçeği hakikî, bitmiş ve yeşermiş çiçekten farketmemeleri
  • بهر این گفتند دانایان به فن ** میهمان محسنان باید شدن‌‌
  • Bundan dolayı bilenler, hikmetle dediler ki: ihsan ve kerem sahiplerine konuk olmak gerek.
  • تو مرید و میهمان آن کسی ** کاو ستاند حاصلت را از خسی‌‌ 2265
  • Halbuki sen, öyle birisinin müridisin ki hasisliği yüzünden kendisi galip değil, seni nasıl galip edecek?
  • نیست چیره چون ترا چیره کند ** نور ندهد مر ترا تیره کند
  • Sana nur vermesi şöyle dursun... bilâkis kapkara bir hale koyar.
  • چون و را نوری نبود اندر قران ** نور کی یابند از وی دیگران‌‌
  • Kendisinin nuru yok, onunla görüşüp konuşanlar nereden nurlanacak?
  • همچو اعمش کو کند داروی چشم ** چه کشد در چشمها الا که یشم‌‌
  • Bu çeşit şeyh, gözü akan ve görmeyen kişiye benzer. Gözüne ilâç çeker ama zararlı ilâçtan başka bir şey çekemez ki.
  • حال ما این است در فقر و عنا ** هیچ مهمانی مبا مغرور ما
  • Yoksulluk ve meşakkatta bizim halimiz de böyledir. Bize aldanıp da hiçbir konuk gelmez.
  • قحط ده سال ار ندیدی در صور ** چشمها بگشا و اندر ما نگر 2270
  • On yıllık kıtlığı mücessem olarak görmedinse gözünü aç da bize bak!
  • ظاهر ما چون درون مدعی ** در دلش ظلمت زبانش شعشعی‌‌
  • Görünüşümüz dâvacı adamların içi gibi gönlü kapkara, fakat dili şâşaalı!
  • از خدا بویی نه او را نی اثر ** دعویش افزون ز شیث و بو البشر
  • Tanrı’dan onda ne bir koku var, ne bir eser. Fakat dâvası Şit’ten de ileri, Âdem’den de!
  • دیو ننموده و را هم نقش خویش ** او همی‌‌گوید ز ابدالیم و بیش‌‌
  • Hattâ ona, Şeytan bile kendisini göstermez. Böyle olduğu halde o “Biz Abdallardanız, hattâ daha ileriyiz “ der durur.
  • حرف درویشان بدزدیده بسی ** تا گمان آید که هست او خود کسی‌‌
  • Kendisini adam sansınlar diye dervişlerin bir hayli sözünü çalmış çırpmıştır.
  • خرده گیرد در سخن بر بایزید ** ننگ دارد از درون او یزید 2275
  • Söz söylerken lâfı Bayezid’den ziyade inceler, onu bile kusurlu bulur. Halbuki onun içyüzünden Yezid arlanır.
  • بی‌‌نوا از نان و خوان آسمان ** پیش او ننداخت حق یک استخوان‌‌
  • Gökyüzünün ekmeğinden, sofrasından nasipsizdir. Hak, önüne bir kemik bile atmamıştır.
  • او ندا کرده که خوان بنهاده‌‌ام ** نایب حقم خلیفه زاده‌‌ام‌‌
  • O ise “Sofrayı yaydım, Hakk’ın vekiliyim, halife oğluyum” diye bağırıp durmaktadır.
  • الصلا ساده دلان پیچ پیچ ** تا خورید از خوان جودم سیر هیچ‌‌
  • “ Ey aşağılık sâf kişiler, gelin... gelin de ihsan keremimin sofrasından, kimse mâni olmaksızın yeyin” demektir.
  • سالها بر وعده‌‌ی فردا کسان ** گرد آن در گشته فردا نارسان‌‌
  • Onlar da onun başına toplanırlar. Nimet ve ihsan istedikçe yalancı şeyh “ Yarın” der. Fakat bir türlü o yarın gelip çatmaz.
  • دیر باید تا که سر آدمی ** آشکارا گردد از بیش و کمی‌‌ 2280
  • Âdemoğlunun, az çok sırrı meydana çıkabilmek için uzun zamanlar lâzımdır.
  • زیر دیوار بدن گنج است یا ** خانه‌‌ی مار است و مور و اژدها
  • Tek duvarın altında define mi var, yoksa yılan karınca ejderha yuvası mı?
  • چون که پیدا گشت کاو چیزی نبود ** عمر طالب رفت آگاهی چه سود
  • O yalancı şeyhin hiçbir şey olmadığı meydana çıkıncaya kadar tâlibin de ömrü tükenmiş olur: artık anlamanın ne faydası var?
  • در بیان آن که نادر افتد که مریدی در مدعی مزور اعتقاد به صدق ببندد که او کسی است و بدین اعتقاد به مقامی برسد که شیخش در خواب ندیده باشد و آب و آتش او را گزند نکند و شیخش را گزند کند و لیکن به نادر نادر
  • Bazen bir mürit, dâvacı ve yalancı bir şeyhe adamdır diye sadkatle inanır, itikat eder. Bu itikat yüzünden öyle bir makama erişir ki şeyhi, o makamı ruyada bile görmemiştir. Bu suretle müride su ve ateş bile zarar vermez. Halbuki şeyhe zararlıdır. Fakat bu. nadirdir
  • لیک نادر طالب آید کز فروغ ** در حق او نافع آید آن دروغ‌‌
  • Fakat nadir olarak tâlibin itikadındaki parlaklık yüzünden şeyhin yalanı tâlibe faydalı olur.
  • او به قصد نیک خود جایی رسد ** گر چه جان پنداشت و آن آمد جسد
  • Şeyhi, can sanır, ceset çıkar ama tâlip, kendi iyi niyeti yüzünden öyle bir makama erişir ki...
  • چون تحری در دل شب قبله را ** قبله نی و آن نماز او روا 2285
  • Hali, tıpkı gece ortasında kıble arayana benzer. Kıble bulunmasa bile namazı caizdir.
  • مدعی را قحط جان اندر سر است ** لیک ما را قحط نان بر ظاهر است‌‌
  • Dâvacı ve yalancı şeyhin can kıtlığı gizlidir. Fakat bizdeki ekmek kıtlığı meydanda.
  • ما چرا چون مدعی پنهان کنیم ** بهر ناموس مزور جان کنیم‌‌
  • Niçin bunu, dâvacı şeyh gibi gizleyelim? Neden fayda olmadığı halde utanıp arlanarak can çekişelim?”
  • صبر فرمودن اعرابی زن خود را و فضیلت صبر و فقر بیان کردن با زن‌‌
  • Bedevinin, karısına sabretmesini buyurması ve ona sabır ve yoksulluğun faziletini söylemesi
  • شوی گفتش چند جویی دخل و کشت ** خود چه ماند از عمر افزون‌‌تر گذشت‌‌
  • Kocası dedi ki: “Daha ne vakte kadar gelir ve mahsul arayıp duracaksın; zaten ömrümüzden ne kaldı ki? Çoğu geçip gitti.
  • عاقل اندر بیش و نقصان ننگرد ** ز آن که هر دو همچو سیلی بگذرد
  • Akıllı kişi, artığa, eksiğe bakmaz; çünkü ikisi de sel gibi geçer.
  • خواه صاف و خواه سیل تیره رو ** چون نمی‌‌پاید دمی از وی مگو 2290
  • Sel ister sâf olsun, ister bulanık... Mademki baki değildir, ondan bahsetme?
  • اندر این عالم هزاران جانور ** می‌‌زید خوش عیش بی‌‌زیر و زبر
  • Bu âlemde binlerce canlı, sıkıntısız, hoş bir halde yaşamakta, geçinip gitmektedir.
  • شکر می‌‌گوید خدا را فاخته ** بر درخت و برگ شب ناساخته‌‌
  • Üveyk kuşu, geceki rızkı henüz meydanda olmadığı halde ağaçta Tanrıya şükreder.
  • حمد می‌‌گوید خدا را عندلیب ** کاعتماد رزق بر تست ای مجیب‌‌
  • Bülbül “Ey duaya icabet eden Tanrı, rızık hususunda itimadımız sana” diye Tanrıya hamdeyler.
  • باز دست شاه را کرده نوید ** از همه مردار ببریده امید
  • Doğan, rızkını padişahın elinden umduğundan bütün pis şeylerden ümidini kesmiştir.
  • همچنین از پشه‌‌گیری تا به پیل ** شد عیال الله و حق نعم المعیل‌‌ 2295
  • Böylece sivrisinekten tut da file kadar bütün mahlûkat Tanrı ailesidir; Hak da ne güzel aile reisi.
  • این همه غمها که اندر سینه‌‌هاست ** از بخار و گرد بود و باد ماست‌‌
  • Gönlümüzdeki bütün bu gamlar, heva ve hevesimizin, varlığımızın tozundan, dumanından meydana gelir.
  • این غمان بیخ کن چون داس ماست ** این چنین شد و آن چنان وسواس ماست‌‌
  • Bu kökümüzü söken gamlar, ömrümüzün orağına benzer. Bu böyle oldu kuruntuları da vesveselerimizdir.
  • دان که هر رنجی ز مردن پاره‌‌ای است ** جزو مرگ از خود بران گر چاره‌‌ای است‌‌
  • Bil ki her hastalık ölümden bir parçadır. Çaresi varsa, ölümün bir cüz’ünü kendinden kov!
  • چون ز جزو مرگ نتوانی گریخت ** دان که کلش بر سرت خواهند ریخت‌‌
  • Ölümün bir cüz’ünden bile kaçamadığın halde onun hepsini başından aşağıya dökecekler, bunu iyice bil!
  • جزو مرگ ار گشت شیرین مر ترا ** دان که شیرین می‌‌کند کل را خدا 2300
  • Ölümün cüz’ü olan hastalık sana taht geliyorsa bil ki Tanrı küllü, yani ölümü de sana tatlılaştırır.
  • دردها از مرگ می‌‌آید رسول ** از رسولش رو مگردان ای فضول‌‌
  • Hastalıklar, ölümden elçi olarak gelmektedir; ey boşboğaz, ölümün elçisinden yüz çevirme!
  • هر که شیرین می‌‌زید او تلخ مرد ** هر که او تن را پرستد جان نبرد
  • Tatlı yaşayan, sonunda acı öldü. Ten kaydında olan canını kurtaramadı.
  • گوسفندان را ز صحرا می‌‌کشند ** آن که فربه تر مر آن را می‌‌کشند
  • Koyunları kırdan sürer getirirler; hangisi daha besli ise onu keserler.
  • شب گذشت و صبح آمد ای تمر ** چند گیری این فسانه‌‌ی زر ز سر
  • Gece geçti, sabah oldu. Sen ne vakte kadar bu altın masalını yeni baştan söyleyip duracaksın?
  • تو جوان بودی و قانع‌‌تر بدی ** زر طلب گشتی خود اول زر بدی‌‌ 2305
  • Gençken daha kanaatliydin; şimdi altın istiyorsun, halbuki sen önceden altındın.
  • رز بدی پر میوه چون کاسد شدی ** وقت میوه پختنت فاسد شدی‌‌
  • Üzümlerle dolu bir asmaydın; nasıl oldu da kesada uğradın; üzümün tam olacakken bozulup gittin?
  • میوه‌‌ات باید که شیرین‌‌تر شود ** چون رسن تابان نه واپس‌‌تر رود
  • Meyvanın günden güne daha tatlı olması lâzım.İp eğirenler gibi gerisin geriye gitmenin lüzumu yok!