ابلهان گفتند مردی بیش نیست ** وای آن کاو عاقبت اندیش نیست
Ahmaklar, "O, ancak bir tek kişiden ibaret!” dediler. Vay âkıbeti düşünmeyen!
حقیر و بیخصم دیدن دیدههای حس صالح و ناقهی صالح را، چون خواهد که حق لشکری را هلاک کند در نظر ایشان حقیر نماید خصمان را و اندک اگر چه غالب باشد آن خصم و يقللکم فی أعينهم ليقضي الله أمرا کان مفعولا
His gözünün Salih Peygamber’i ve devesini hakîr görmesi… Ulu Tanrı, bir orduyu helâk etmek isterse, düşmanları, galip olsalar bile onlara hor ve pek az gösterir “ Ve yukallilüküm fî a’yünihim liyakdiyallahu ermen kâne mef’ûlâ “
ناقهی صالح به صورت بد شتر ** پی بریدندش ز جهل آن قوم مر
Salih’in devesi görünüşte deveydi, o zâlim kavim, bilgisizlik yüzünden deveyi kestiler.
از برای آب چون خصمش شدند ** نان کور و آب کور ایشان بدند 2510
Su için deveye düşman olduklarından kendileri, mezara su ve ekmek oldular. ( helâk olup mezarı doyurdular).
ناقة الله آب خورد از جوی و میغ ** آب حق را داشتند از حق دریغ
Tanrı devesi, ırmaktan buluttan su içmekteydi. Onlar, Hakk’ın suyunu Hak’tan esirgediler.
ناقهی صالح چو جسم صالحان ** شد کمینی در هلاک طالحان
Salih’in devesi, salih kişilerin cisimleri gibidir; onlar kötülerin helâki için tuzaktır.
تا بر آن امت ز حکم مرگ و درد ** ناقة الله و سقیاها چه کرد
Neticede” Tanrı devesinden ve içeceğinden çekinin” hükmü, o ümmeti ne dertlere uğrattı, onları nasıl helâk etti!
شحنهی قهر خدا ز یشان بجست ** خونبهای اشتری شهری درست
Tanrı kahrının şahnesi, bir devenin kanına diyet olarak onlardan bütün bir şehri diledi.
روح همچون صالح و تن ناقه است ** روح اندر وصل و تن در فاقه است 2515
Ruh, Salih gibidir,ten de deveye benzer. Ruh vuslattadır ten ihtiyaç içindedir.
روح صالح قابل آفات نیست ** زخم بر ناقه بود بر ذات نیست
Temiz ruha zarar vermenin imkânı yoktur. Tanrı yaralanmaz.
کس نیابد بر دل ایشان ظفر ** بر صدف آمد ضرر نی بر گهر
Böyle ruha sahip olanlara kimse galip gelemez. Zarar gelse bile sedefe gelir, inciye değil.
روح صالح قابل آزار نیست ** نور یزدان سغبهی کفار نیست
Temiz ruha zarar vermenin imkânı yoktur. Tanrı’nın nuru, kâfirlere mağlup olmaz.
حق از آن پیوست با جسمی نهان ** تاش آزارند و بینند امتحان
Can, toprağa mensup cisme, kötü kişiler, incitsinler de Tanrı imtihanını görsünler diye ulaştı, bu yüzden cisimle bağdaştı, birleşti.
بیخبر کآزار این آزار اوست ** آب این خم متصل با آب جوست 2520
Canı inciten kişinin, bu incitmenin Tanrı’yı incitme olduğundan haberi yoktur. Bilmiyor ki bu küpün suyu ırmak suyu ile birleşmiştir.
ز آن تعلق کرد با جسمی اله ** تا که گردد جمله عالم را پناه
Tanrı bütün âleme penah olsun diye bir cisme alâka bağlamıştır.
ناقهی جسم ولی را بنده باش ** تا شوی با روح صالح خواجهتاش
Tanrı velisinin cisim devesine kul ol ki Salih Peygamberle kapı yoldaşı olasın.
گفت صالح چون که کردید این حسد ** بعد سه روز از خدا نقمت رسد
Salih peygamber, “ Madem ki haset ettiniz, bu işi yaptınız… üç gün sonra Tanrı’dan azap erişecek.
بعد سه روز دگر از جان ستان ** آفتی آید که دارد سه نشان
Ondan üç gün sonra da can alıcı Tanrı’dan başka bir âfet gelecek ki onun üç alâmeti vardır:
رنگ روی جمله تان گردد دگر ** رنگ رنگ مختلف اندر نظر 2525
Hepinizin yüzünüzün rengi değişir. Birbirinize bakınca yüzlerinizi türlü türlü renklerde görürsünüz.
روز اول رویتان چون زعفران ** در دوم رو سرخ همچون ارغوان
İlk günlerde yüzleriniz safran gibi sararır; ikinci günü erguvan gibi kızarır.
در سوم گردد همه روها سیاه ** بعد از آن اندر رسد قهر اله
Üçüncü günü yüzleriniz tamamı ile kararır, ondan sonra da Tanrı’nın kahrı gelir, çatar.
گر نشان خواهید از من زین وعید ** کرهی ناقه به سوی که دوید
Eğer bu tehdide benden delil isterseniz devenin yavrusunu daha doğru kovalayın!
گر توانیدش گرفتن چاره هست ** ور نه خود مرغ امید از دام جست
Eğer tutabilirseniz derdinize çare bulunur. Tutamazsanız ümit kuşu uzaktan kaçtı, gitti!” dedi.
کس نتانست اندر آن کره رسید ** رفت در کهسارها شد ناپدید 2530
Kimse yavruya erişmedi; dağlar arasına dalıp kayboldu.
گفت دیدید آن قضا مبرم شده ست ** صورت اومید را گردن زده ست
Salih dedi ki: “Gördünüz mü Tanrı’nın bu kazası nasıl geldi? Artık ümidin boynunu vurdu.”
کرهی ناقه چه باشد خاطرش ** که بجا آرید ز احسان و برش
Devenin yavrusu nedir? Salih? Peygamberin gönlü. Onun hatırını ele alın, onun isteğini yerine getirin.
گر بجا آید دلش رستید از آن ** ور نه نومیدید و ساعد را گزان
Onun gönlünü alırsanız azaptan kurtuldunuz; yoksa, pişman olduğunuzun, ümitsizliğe düştüğünüzün günüdür.
چون شنیدند این وعید منکدر ** چشم بنهادند و آن را منتظر
Salih’ten bu bulanık vâdi duydukları gibi azaba göz dikip beklemeye başladılar.
روز اول روی خود دیدند زرد ** میزدند از ناامیدی آه سرد 2535
Birinci gün yüzlerinin sarardığını gördüler.Ümitsizlikle soğuk soğuk ah etmeye başladılar.
سرخ شد روی همه روز دوم ** نوبت اومید و توبه گشت گم
İkinci günü hepsinin yüzü kızardı. Artık ümit ve tövbe nöbeti kayboldu.
شد سیه روز سوم روی همه ** حکم صالح راست شد بیملحمه
Üçüncü gün hepsinin yüzü kapkara kesildi. Salih Peygamberin hükmü: cenksiz, cidalsiz doğru çıktı.
چون همه در ناامیدی سر زدند ** همچو مرغان در دو زانو آمدند
Hepsi de ümitsiz bir hale gelince kuşlar gibi ayaklarını altlarına alıp iki dizlerinin üstlerine çöktüler.
در نبی آورد جبریل امین ** شرح این زانو زدن را جاثمین
Cibril-i Emin, bu diz çökmeyi Peygambere “Câsimîn” âyetini getirerek Kur’an’da anlattı.
زانو آن دم زن که تعلیمت کنند ** وز چنین زانو زدن بیمت کنند 2540
Sana diz çökmeyi öğrettikleri ve seni bu çeşit diz çökmeden korkuttukları vakit, yani belâ gelmeden diz çök!
منتظر گشتند زخم قهر را ** قهر آمد نیست کرد آن شهر را
Salih’in kavmi, Tanrı kahrının zahmını beklediler: o kahır ve azap da gelip o şehri yok etti.
صالح از خکوت بسوی شهر رفت ** شهر دید اندر میان دود و نفت
Salih, halvetten çıkıp şehre doğru gitti; gördü ki şehir duman ve ateş içinde.
ناله از اجزای ایشان میشنید ** نوحه پیدا نوحه گویان ناپدید
Onların hâk ile yeksân olmuş cüzülerinden bile feryat ve figanlarını duyuyordu; feryat duyulmaktaydı ama ortada feryat eden yok!
ز استخوانهاشان شنید او نالهها ** اشک ریز از جانشان چون ژالهها
Kemiklerinden iniltiler, sızıntılar duydu; canları çiğ taneleri gibi yaş döküyor, ağlıyordu.
صالح آن بشنید و گریه ساز کرد ** نوحه بر نوحه گران آغاز کرد 2545
Salih bunu duyup ağlamaya başladı: feryat edenlere feryat etmeye koyuldu:
گفت ای قومی به باطل زیسته ** وز شما من پیش حق بگریسته
”Ey bâtıl yolda yaşayan kavim! Ben sizin çevrinizden Tanrı’ya şikâyet etmiş ağlamıştım.
حق بگفته صبر کن بر جورشان ** پندشان ده بس نماند از دورشان
Tanrı, bana “Onların eziyetlerine sabret; onlara nasihat ver. Zaten devirlerinden çok bir zaman kalmadı” demişti.
من بگفته پند شد بند از جفا ** شیر پند از مهر جوشد وز صفا
Ben, “ Cefaları eziyetleri yüzünden onlara nasihat edemiyorum. Nasihat sütü sevgiden, sâflıktan coşup akar” demiştim.
بس که کردید از جفا بر جای من ** شیر پند افسرد در رگهای من
Bana o kadar eziyetler ettiniz ki nasihat sütü damarlarımda dondu.
حق مرا گفته ترا لطفی دهم ** بر سر آن زخمها مرهم نهم 2550
Tanrı, bana “Ben sana lûtuf ve inayet eder, o yaralara merhem koyarım” buyurdu.
صاف کرده حق دلم را چون سما ** روفته از خاطرم جور شما
Hak, gönlümü gök gibi sâf bir hale getirdi. Gönlümden, sizin cefalarınızı sildi, süpürdü.
در نصیحت من شده بار دگر ** گفته امثال و سخنها چون شکر
Yine size nasihatler vermeye, şeker gibi temsiller getirmeye , sözler söylemeye başladım.
شیر تازه از شکر انگیخته ** شیر و شهدی با سخن آمیخته
Şekerden taze süt çıkarıp balla şekeri sözlerime katmaya, size tatlı tatlı öğütler vermeye koyuldum.
در شما چون زهر گشته آن سخن ** ز آن که زهرستان بدید از بیخ و بن
O sözler, size zehir gibi tesir etti. Çünkü siz baştan aşağı zehir membaı, zehir madeniydiniz, zehirden ibarettiniz.
چون شوم غمگین که غم شد سر نگون ** غم شما بودید ای قوم حرون 2555
Nasıl gamlanayım ki gam baş aşağı yuvarlanıp gitti. Ey inatçı kavim! Gam sizdiniz.
هیچ کس بر مرگ غم نوحه کند ** ریش سر چون شد کسی مو بر کند
Gamın ölümüne ağlayıp feryat eden olur mu? Baştaki yara iyileşince bu yüzden saçını sakalını yolan bulunur mu?”
رو به خود کرد و بگفت ای نوحهگر ** نوحهات را مینیرزد آن نفر
Salih, yüzünü kendine çevirip dedi ki: “Ey feryat eden, onlar feryat etmeye değmez!”