-
طوطی اندر گفت آمد در زمان ** بانگ بر درویش زد که هی فلان 260
- Dudu, hemencecik dile gelip akıllılar gibi dervişe bağırdı:
-
از چه ای کل با کلان آمیختی ** تو مگر از شیشه روغن ریختی
- “Ey kel, neden kellere karıştın; yoksa sen de şişeden gülyağı mı döktün?! “
-
از قیاسش خنده آمد خلق را ** کو چو خود پنداشت صاحب دلق را
- Onun bu kıyasından halk gülmeye başladı. Çünkü dudu, hırka sahibini kendisi gibi sanmıştı.
-
کار پاکان را قیاس از خود مگیر ** گر چه ماند در نبشتن شیر و شیر
- Temiz kişilerin işini kendinden kıyas tutma, gerçi yazıda (aslan manasına gelen) şîr, (süt manasına gelen) şîre benzer.
-
جمله عالم زین سبب گمراه شد ** کم کسی ز ابدال حق آگاه شد
- Bütün âlem bu sebepten yol azıttılar. Tanrı Abdallarından az kişi agâh oldu.
-
همسری با انبیا برداشتند ** اولیا را همچو خود پنداشتند 265
- Peygamberlerle beraberlik iddia ettiler (biz de onlar gibiyiz dediler); Velîleri de kendileri gibi sandılar.
-
گفته اینک ما بشر ایشان بشر ** ما و ایشان بستهی خوابیم و خور
- Dediler ki: “İşte biz de insanız, onlar da insan. Bizde uyumaya ve yemeğe bağlıyız, onlar da.
-
این ندانستند ایشان از عمی ** هست فرقی در میان بیمنتها
- “Onlar körlüklerinden aralarında uçsuz bucaksız bir fark olduğunu bilmediler.
-
هر دو گون زنبور خوردند از محل ** لیک شد ز ان نیش و زین دیگر عسل
- Her iki çeşit arı, bir yerden yedi. Fakat bundan zehir hâsıl oldu, ondan bal.
-
هر دو گون آهو گیا خوردند و آب ** زین یکی سرگین شد و ز ان مشک ناب
- Her iki çeşit geyik otladı, su içti. Birinden fışkı zuhur etti, öbüründen halis misk.
-
هر دو نی خوردند از یک آب خور ** این یکی خالی و آن پر از شکر 270
- Her iki kamış da bir sulaktan su içti. Biri bomboş öbürü şekerle dopdolu.
-
صد هزاران این چنین اشباه بین ** فرقشان هفتاد ساله راه بین
- Böyle yüzbinlerce birbirine benzer şeyler var, aralarında bulunan yetmiş yıllık farkı sen gör!
-
این خورد گردد پلیدی زو جدا ** آن خورد گردد همه نور خدا
- Bu, yer; ondan pislik çıkar... o, yer; kâmilen Tanrı nuru olur.
-
این خورد زاید همه بخل و حسد ** و آن خورد زاید همه نور احد
- Bu, yer; ondan tamamı ile hasislik ve haset zuhur eder... o, yer; ondan tamamı ile Tek Tanrı’nın nuru husule gelir.
-
این زمین پاک و ان شوره ست و بد ** این فرشتهی پاک و ان دیو است و دد
- Bu temiz yerdir, o çorak ve pis yer. Bu temiz melektir o şeytan ve canavar!
-
هر دو صورت گر بهم ماند رواست ** آب تلخ و آب شیرین را صفاست 275
- Her iki suretin birbirine benzemesi caizdir, acı su da, tatlı su da berraktır.
-
جز که صاحب ذوق کی شناسد بیاب ** او شناسد آب خوش از شوره آب
- Zevk sahibinden başka kim anlayabilir? Onu bul! Tatlı su ile acı suyun farkını işte o anlar.
-
سحر را با معجزه کرده قیاس ** هر دو را بر مکر پندارد اساس
- (Zevk sahibi olmayan) sihri, mucizeyle mukayese ederek her ikisinin de esası hiledir sanır.
-
ساحران موسی از استیزه را ** بر گرفته چون عصای او عصا
- Mûsâ ile savaşan sihirbazlar, inatlarından ellerine onun asâsı gibi asâ aldılar.
-
زین عصا تا آن عصا فرقی است ژرف ** زین عمل تا آن عمل راهی شگرف
- Bu asâ ile o asâ arasında çok fark var, bu işle o işin arasında pek büyük bir yol var.
-
لعنة الله این عمل را در قفا ** رحمه الله آن عمل را در وفا 280
- Bu işin ardında Tanrı lâneti var, o işe karşılık da vade vefa olarak Tanrı rahmeti var.
-
کافران اندر مری بوزینه طبع ** آفتی آمد درون سینه طبع
- Kâfirler inatlaşmada maymun tabiatlıdırlar. Tabiat, içte, gönülde bir afettir.
-
هر چه مردم میکند بوزینه هم ** آن کند کز مرد بیند دمبهدم
- İnsan ne yaparsa maymunda yapar; maymun her zaman insandan gördüğünü yapıp durur.
-
او گمان برده که من کژدم چو او ** فرق را کی داند آن استیزه رو
- O, “Bende onun gibi yaptım” sanır. O inatçı mahlûk aradaki farkı nereden bilecek?
-
این کند از امر و او بهر ستیز ** بر سر استیزه رویان خاک ریز
- Bu emirden dolayı yapar, o, inat ve savaş için. İnatçı kişilerin başlarına toprak saç!
-
آن منافق با موافق در نماز ** از پی استیزه آید نی نیاز 285
- O münafık; muvafıkla beraber, inat ve taklide uyup namaza durur; niyaz ve tazarru için değil.
-
در نماز و روزه و حج و زکات ** با منافق مومنان در برد و مات
- Müminler; namazda, oruçta, hacda, zekâtta münafıkla kazanıp kaybetmektedirler.
-
مومنان را برد باشد عاقبت ** بر منافق مات اندر آخرت
- Müminler için nihayet kazanç vardır, münafığa da ahirette mat olma.
-
گر چه هر دو بر سر یک بازیاند ** هر دو با هم مروزی و رازیاند
- İkisi de bir oyun başındaysa da birbirlerine nispetle aralarında ne kadar fark var; biri Merv’li öbürü Rey’li!
-
هر یکی سوی مقام خود رود ** هر یکی بر وفق نام خود رود
- Her biri, kendi makamına gider, her biri kendi adına uygun olarak yürür.
-
مومنش خوانند جانش خوش شود ** ور منافق تیز و پر آتش شود 290
- Onu mümin diye çağırırlar, ruhu hoşlanır. Münafık derlerse sertleşir, ateş kesilir.
-
نام او محبوب از ذات وی است ** نام این مبغوض از آفات وی است
- Onun adı, zatı yüzünden sevgilidir. Bunun adının sevilmemesi, afetleri yüzünden, nifakla sıfatlanmış olan zatından dolayıdır.
-
میم و واو و میم و نون تشریف نیست ** لفظ مومن جز پی تعریف نیست
- Mim, vav, mim ve nun harflerinde bir yücelik yoktur. Mümin sözü ancak tarif içindir.
-
گر منافق خوانیاش این نام دون ** همچو کژدم میخلد در اندرون
- Ona münafık dersen... o aşağılık ad, içini akrep gibi dağlar.
-
گرنه این نام اشتقاق دوزخ است ** پس چرا در وی مذاق دوزخ است
- Bu ad, cehennemden ayrılmış ve kopmuş değilse niçin cehennem tadı var?
-
زشتی آن نام بد از حرف نیست ** تلخی آن آب بحر از ظرف نیست 295
- O kötü adın çirkinliği harften değildir. O deniz suyunun acılığı “kab” dan değildir.
-
حرف ظرف آمد در او معنی چو آب ** بحر معنی عنده أم الکتاب
- Harf kaptır, ondaki mana su gibidir. Mana denizi de “Ümm-ül-Kitap” yanında bulunan, kendisinde olan zattır.
-
بحر تلخ و بحر شیرین در جهان ** در میانشان برزخ لا یبغیان
- Dünyada acı ve tatlı deniz var. Aralarında bir perde var ki birbirine taşmaz karışmazlar.
-
وانگه این هر دو ز یک اصلی روان ** بر گذر زین هر دو رو تا اصل آن
- Fakat şu var ki bu iki denizin her ikisi de bir asıldan akar. Bu ikisinden de geç, tâ onun aslına kadar yürü!
-
زر قلب و زر نیکو در عیار ** بیمحک هرگز ندانی ز اعتبار
- Kalp altınla halis altın ayarda belli olur. Kalpla halisi, mehenge vurmadıkça tahminî olarak bilemezsin.
-
هر که را در جان خدا بنهد محک ** هر یقین را باز داند او ز شک 300
- Tanrı kimin ruhuna mehenk korsa ancak o kişi, yakini şüpheden ayırt edebilir.
-
در دهان زنده خاشاکی جهد ** آن گه آرامد که بیرونش نهد
- Diri bir kişinin ağzına bir sıçrayıp girse o adam, onu dışarı çıkarıp attığı zaman rahatlaşır.
-
در هزاران لقمه یک خاشاک خرد ** چون در آمد حس زنده پی ببرد
- Binlerce lokma arasında ağzına ufacık bir çöp girdi mi, diri kişinin hissi onu duyar, sezer.
-
حس دنیا نردبان این جهان ** حس دینی نردبان آسمان
- Dünya hissi, bu cihanın merdivenidir, din hisside göklerin merdiveni.
-
صحت این حس بجویید از طبیب ** صحت آن حس بخواهید از حبیب
- Bu hissin sağlığını hekimden isteyiniz, o hissin sağlığını Habib’den (Hz. Muhammed’den) .
-
صحت این حس ز معموری تن ** صحت آن حس ز تخریب بدن 305
- Bu hissin sağlığı, vücut sağlamlığındandır, o hissin sağlığı vücudu harap etmektedir.
-
راه جان مر جسم را ویران کند ** بعد از آن ویرانی آبادان کند
- Can yolu, mutlaka cismi viran eder, onu yıktıktan sonra da yapar.
-
کرد ویران خانه بهر گنج زر ** وز همان گنجش کند معمورتر
- Altın definesi için evi harap etmiştir; fakat o altın definesini elde ettikten sonra o evi daha mamur bir hale getirmiştir.
-
آب را ببرید و جو را پاک کرد ** بعد از آن در جو روان کرد آب خورد
- Suyu kesmiş, suyun aktığı yolu temizlemiş, ondan sonra arka içilecek su akıtmıştır.
-
پوست را بشکافت و پیکان را کشید ** پوست تازه بعد از آتش بردمید
- Deriyi yarmış, termeni çıkarmış... Ondan sonra orada yepyeni bir deri bitmiştir.