در سه گز قالب که دادش وا نمود ** هر چه در الواح و در ارواح بود
Tanrı, Âdem’e üç arşın bir boy verdiği halde ruhlarda, levhlerde ne varsa hepsini gösterdi.
تا ابد هر چه بود او پیش پیش ** درس کرد از علم الاسماء خویش
Tanrı, ona ezelden ebede kadar ne varsa ve ne olacaksa, önceden ve “Allemelesmâ” sından ders verdi, öğretti.
تا ملک بیخود شد از تدریس او ** قدس دیگر یافت از تقدیس او2650
Bu suretle melekler, onun ders vermesine hayran oldular, kendilerinden geçtiler. Onun takdisiyle başka bir mukaddesliğe eriştiler.
آن گشادیشان کز آدم رو نمود ** در گشاد آسمانهاشان نبود
Âdem’in yüzünden nail oldukları fütuhata, göklerde bile erişememişlerdir.
در فراخی عرصهی آن پاک جان ** تنگ آمد عرصهی هفت آسمان
Âdem’in o pak ruhunun fezasına nispetle yedi gök sahası bile dardı.
گفت پیغمبر که حق فرموده است ** من نگنجم هیچ در بالا و پست
Peygamber dedi ki “Tanrı; 'Ben yücelere, aşağılara sığmam.
در زمین و آسمان و عرش نیز ** من نگنجم این یقین دان ای عزیز
Yere, göğe, hatta arşa sığmam' buyurdu." Bunu, ey aziz, yakînen bil.
در دل مومن بگنجم ای عجب ** گر مرا جویی در آن دلها طلب2655
Fakat şaşılacak şeydir ki inanan kişinin kalbine sığarım. Beni ararsan inanan gönüllerde ara buyurdu” dedi.
گفت ادخل فی عبادی تلتقی ** جنة من رؤیتی یا متقی
Tanrı dedi ki: “Ey haramdan, şüpheli şeylerden sakınan! Kullarımın arasına gir ki bu suretle beni görme cennetine erişesin.”
عرش با آن نور با پهنای خویش ** چون بدید آن را برفت از جای خویش
Arş, bile o nuriyle, o genişliğiyle beraber Âdem’ görünce yerinden kalktı.
خود بزرگی عرش باشد بس مدید ** لیک صورت کیست چون معنی رسید
Arşın sonsuz bir büyüklüğü var, fakat mânaya karşı suret nedir ki?
هر ملک میگفت ما را پیش از این ** الفتی میبود بر گرد زمین
Her melek diyordu ki: Bizim bundan önce yeryüzüyle üfletimiz vardı.
تخم خدمت بر زمین میکاشتیم ** ز آن تعلق ما عجب میداشتیم2660
Hizmet ve ibadet tohumunu yere ekiyorduk. Yere olan bu meylimize, bu alâkamıza da şaşmaktaydık.
کاین تعلق چیست با این خاکمان ** چون سرشت ما بده ست از آسمان
Gökten yaratıldığımız halde yeryüzüne bu alâkamız nedir?
الف ما انوار با ظلمات چیست ** چون تواند نور با ظلمات زیست
Biz nurlarız, karanlıklarla ülfetimiz neden? Nur zulmetlerle yaşayabilir mi?
آدما آن الف از بوی تو بود ** ز آن که جسمت را زمین بد تار و پود
Ey Âdem! O ülfet, senin kokundanmış. Çünkü cisminin nesci yeryüzü.
جسم خاکت را از اینجا بافتند ** نور پاکت را در اینجا یافتند
Topraktan olan cismini yeryüzünde dokudular; pak nurunu burada buldular.
این که جان ما ز روحت یافته ست ** پیش پیش از خاک آن میتافته ست2665
Şimdi canımızın ruhundan bulduğu ülfet, bundan önce cisminin yoğrulduğu topraktan parlıyordu.
در زمین بودیم و غافل از زمین ** غافل از گنجی که در وی بد دفین
Yeryüzündeydik ama yerden gafildik, orada gömülü olan defineden haberimiz yoktu.
چون سفر فرمود ما را ز آن مقام ** تلخ شد ما را از آن تحویل کام
Tanrı da bize oradan göklere sefer etmeyi emredince, bu yurt değiştirme, acı geldi.
تا که حجتها همیگفتیم ما ** که بجای ما کی آید ای خدا
O yüzden Tanrı’ya deliller getirerek “Ey Tanrı! Bizim yerimize kim gelecek?
نور این تسبیح و این تهلیل را ** میفروشی بهر قال و قیل را
Bu tesbih ve tehlinin nurunu, dedikoduya satıyorsun” dedik.
حکم حق گسترد بهر ما بساط ** که بگویید از طریق انبساط2670
Tanrı hükmü, bize rahmet yaygısını döşedi:”Açıkça istediğinizi söyleyin.
هر چه آید بر زبانتان بیحذر ** همچو طفلان یگانه با پدر
Tek evlâtların babalarına söyledikleri gibi ağzınıza ne gelirse çekinmeden deyin.
ز آن که این دمها چه گر نالایق است ** رحمت من بر غضب هم سابق است
Çünkü bu sözler, yaraşmasa bile rahmetim, gazabımdan artıktır.
از پی اظهار این سبق ای ملک ** در تو بنهم داعیهی اشکال و شک
Ey melek! Bunu meydana çıkarmak için gönlünüze şüpheler salmaktayım;
تا بگویی و نگیرم بر تو من ** منکر حلمم نیارد دم زدن
Sen söyleyesin; ben darılmayayım, gazaplanmayayım. Bu suretle de benim hilmimi inkâr eden ağız açamasın.
صد پدر صد مادر اندر حلم ما ** هر نفس زاید در افتد در فنا2675
Her nefeste bizim hilmimizden yüzlerce baba yüzlerce ana doğar, yokluğa dalıp mahvolur.
حلم ایشان کف بحر حلم ماست ** کف رود آید ولی دریا به جاست
O babaların, o anaların hilmi, şefkati, bizim hilim ve şefkat denizimizin köpüğüdür. Köpük gider gelir ama deniz bâkidir dedi.”
خود چه گویم پیش آن در این صدف ** نیست الا کف کف کف کف
Hayır, ne dedim? O inciye karşı bu sedef, köpük değil, köpüğünün köpüğüdür.
حق آن کف حق آن دریای صاف ** که امتحانی نیست این گفت و نه لاف
İşte o köpük hakkı için, o sâf deniz hakkı için bu söz bir sınama, bir lâf değil.
از سر مهر و صفاء است و خضوع ** حق آن کس که بدو دارم رجوع
Sevgiden, vefadan, boyun büküp teslim olmadan ileri gelmiştir. Huzuruna varacağım Tanrı hakkı için.
گر به پیشت امتحان است این هوس ** امتحان را امتحان کن یک نفس2680
Bu hevesim, sence sınamadan ibaretse bu sınamamı sına.
سر مپوشان تا پدید آید سرم ** امر کن تو هر چه بر وی قادرم
Sırrını saklama ki sırrım meydana çıksın. Elimden geleni; gücümün yettiğini buyur!
دل مپوشان تا پدید آید دلم ** تا قبول آرم هر آن چه قابلم
Gönlündekini benden gizleme de benim gönlümdeki de ortaya çıksın bu suretle ne yapabileceksem kabul edeyim.
چون کنم در دست من چه چاره است ** در نگر تا جان من چه کاره است
Fakat nasıl edeyim; elimde ne çare var? Bir bak hele, canım ne işe yarar ki?
تعیین کردن زن طریق طلب روزی کدخدای خود را و قبول کردن او
Kadının kocasına rızık isteme yolunu göstermesi, onun da kabul etmesi
گفت زن یک آفتابی تافته ست ** عالمی زو روشنایی یافته ست
Kadın dedi ki:”Bir güneş doğmuş, bütün cihan ondan aydınlanmıştır.
نایب رحمان خلیفهی کردگار ** شهر بغداد است از وی چون بهار2685
O Tanrı vekili, Tanrı halifesidir. Bağdat şehri, onun yüzünden bahar gibidir.
گر بپیوندی بدان شه شه شوی ** سوی هر ادبار تا کی میروی
O padişaha ulaşabilirsen padişah olursun. Ne vakte kadar ikbal sahibi olmayanların yanına gidip duracaksın?
همنشینی مقبلان چون کیمیاست ** چون نظرشان کیمیایی خود کجاست
İkbal sahiplerinin dostluğu kimya gibidir. Onların nazarına benzer kimya nerede?
چشم احمد بر ابو بکری زده ** او ز یک تصدیق صدیق آمده
Ahmed’in gözü Ebubekir’e değince o bir tasdik yüzünden Sıddıyk olmuştur.”
گفت من شه را پذیرا چون شوم ** بیبهانه سوی او من چون روم
Kocası, “Ben padişah huzuruna nasıl kabul olunurum; bir bahanesiz onun yanına nasıl giderim?
نسبتی باید مرا یا حیلتی ** هیچ پیشه راست شد بیآلتی2690
Buna bir münasebet, bir vesile gerek. Hiçbir sanat aletsiz meydana gelir mi?
همچو آن مجنون که بشنید از یکی ** که مرض آمد به لیلی اندکی
Mecnun gibi ki, birisinden Leylâ’nın bir parça hastalandığını duydu.
گفت آوه بیبهانه چون روم ** ور بمانم از عیادت چون شوم
Eyvah, dedi; bahanesiz nasıl gideyim? Gitmezsem, hatırını sormazsam ne hale gelirim?
لیتنی کنت طبیبا حاذقا ** کنت أمشی نحو لیلی سابقا
Keşke hazık bir hekîm olaydım...O vakit Leylâ’ya koşa, koşa giderdim.
قل تعالوا گفت حق ما را بدان ** تا بود شرم اشکنی ما را نشان
Tanrı, bize “Ya Muhammed, gelin de” buyurdu da bu davet, utanmamızın giderilmesine sebep oldu.
شب پران را گر نظر و آلت بدی ** روزشان جولان و خوش حالت بدی2695
Gece kuşlarının gözleri ve kabiliyetleri olsaydı gündüzün uçup gezerler, dönüp dolaşırlardı” dedi.
گفت چون شاه کرم میدان رود ** عین هر بیآلتی آلت شود
Kadın cevap verdi: “Kerem sahibi padişah meydana girer, kendisini gösterirse aletsizlik, aletin ta kendisi, vesileden mahrum oluş, vesilenin aynı oldu.
ز آن که آلت دعوی است و هستی است ** کار در بیآلتی و پستی است
Çünkü alet, vesile… dâvaya düşmektir, varlık alâmetidir. Asıl hüner aletsizliktedir, alçalmadadır."