English    Türkçe    فارسی   

1
2694-2743

  • قل تعالوا گفت حق ما را بدان ** تا بود شرم اشکنی ما را نشان‌‌
  • Tanrı, bize “Ya Muhammed, gelin de” buyurdu da bu davet, utanmamızın giderilmesine sebep oldu.
  • شب پران را گر نظر و آلت بدی ** روزشان جولان و خوش حالت بدی‌‌ 2695
  • Gece kuşlarının gözleri ve kabiliyetleri olsaydı gündüzün uçup gezerler, dönüp dolaşırlardı” dedi.
  • گفت چون شاه کرم میدان رود ** عین هر بی‌‌آلتی آلت شود
  • Kadın cevap verdi: “Kerem sahibi padişah meydana girer, kendisini gösterirse aletsizlik, aletin ta kendisi, vesileden mahrum oluş, vesilenin aynı oldu.
  • ز آن که آلت دعوی است و هستی است ** کار در بی‌‌آلتی و پستی است‌‌
  • Çünkü alet, vesile… dâvaya düşmektir, varlık alâmetidir. Asıl hüner aletsizliktedir, alçalmadadır."
  • گفت کی بی‌‌آلتی سودا کنم ** تا نه من بی‌‌آلتی پیدا کنم‌‌
  • Arap “Aletsiz nasıl alışveriş edeyim de aletsizliği elde edeyim?
  • پس گواهی بایدم بر مفلسی ** تا شهم رحمی کند یا مونسی‌‌
  • Müflisliğime de bir delil gerek ki padişah halime acısın.
  • تو گواهی غیر گفت‌‌وگو و رنگ ** وانما تا رحم آرد شاه شنگ‌‌ 2700
  • Sen, bana dedikodudan ve hileden başka bir şahit göster de o şen padişah merhamete gelsin.
  • کاین گواهی که ز گفت و رنگ بد ** نزد آن قاضی القضاة آن جرح شد
  • Çünkü sözden ve kötü hileden ibaret olan bu şahitlik o hâkimler hâkiminin yanında mecruhtur.
  • صدق می‌‌خواهد گواه حال او ** تا بتابد نور او بی‌‌قال او
  • Müflisin şahidi doğruluk olmalı ki nuru, söylemeden parıldasın (halini arzetmeden hali anlaşılan)” dedi.
  • هدیه بردن عرب سبوی آب باران از میان بادیه سوی بغداد به نزد خلیفه بر پنداشت آن که آن جا هم قحط آب است‌‌
  • Arabın, orada su kıtlığı var sanarak çölleri aşıp Bağdat’a, halifeye bir testi yağmur suyu hediye götürmesi
  • گفت زن صدق آن بود کز بود خویش ** پاک برخیزی تو از مجهود خویش‌‌
  • Kadın dedi ki: “Doğruluk varlığından tamamı ile çıkıp arınarak, isteğini terk etmendir.
  • آب باران است ما را در سبو ** ملکت و سرمایه و اسباب تو
  • Testimizde yağmur suyu var. Malın, mülkün, sermayen bundan ibaret.
  • این سبوی آب را بردار و رو ** هدیه ساز و پیش شاهنشاه شو 2705
  • Bu su testisini al, git; padişahlar padişahın huzuruna var, armağan götür.
  • گو که ما را غیر این اسباب نیست ** در مفازه هیچ به زین آب نیست‌‌
  • De ki: Bizim bundan başka hiçbir malımız, mülkümüz yok. Çölde de bundan iyi su hiç yoktur.
  • گر خزینه‌‌ش پر متاع فاخر است ** این چنین آبش نباشد نادر است‌‌
  • Padişahın hazinesi ağır elbiselerle doluysa da bunun gibi suyu yoktur. Bu su az bulunur.
  • چیست آن کوزه تن محصور ما ** اندر او آب حواس شور ما
  • O testi nedir? Bizim mezar gibi cismimiz, içinde de bizim acı ve hislerimizin suyu var.
  • ای خداوند این خم و کوزه‌‌ی مرا ** در پذیر از فضل الله اشتری‌‌
  • Ey Tanrı! “Tanrı, cennet karşılığına iman edenlerin canlarını, mallarını satın aldı” âyetindeki fazıl ve kereminden bizim bu küpümüzü, bu testimizi kabul et!
  • کوزه‌‌ای با پنج لوله‌‌ی پنج حس ** پاک دار این آب را از هر نجس‌‌ 2710
  • Bu beş duygudan meydana gelme beş lüleli testideki suyu her türlü murdar şeylerden, her çeşit pisliklerden temiz tut.
  • تا شود زین کوزه منفذ سوی بحر ** تا بگیرد کوزه‌‌ی من خوی بحر
  • Bu suretle şu testinin denize bir menfezi olsunda testim deniz huyuyla huylansın.
  • تا چو هدیه پیش سلطانش بری ** پاک بیند باشدش شه مشتری‌‌
  • Armağanı padişaha tertemiz götürünce onu görür, anlamak ister.
  • بی‌‌نهایت گردد آبش بعد از آن ** پر شود از کوزه‌‌ی من صد جهان‌‌
  • Ondan sonra da artık testinin suyu nihayetsiz bir dereceye gelir. Testinin suyundan yüzlerce dünya dolar.
  • لوله‌‌ها بر بند و پر دارش ز خم ** گفت غضوا عن هوا ابصارکم‌‌
  • Lüleleri kapa, testiyi de küpten doldur. Tanrı” Gözlerinizi heva ve hevesten yumun” buyurdu.
  • ریش او پر باد کاین هدیه کراست ** لایق چون او شهی این است راست‌‌ 2715
  • Arap, kimin böyle bir hediyesi var? Hakikaten bu armağan, öyle bir padişaha lâyık diye gururlanmaktaydı.
  • زن نمی‌‌دانست کانجا بر گذر ** هست جاری دجله‌‌ی همچون شکر
  • Kadın da bilmiyordu ki, orada yol üzerinde şeker gibi Dicle akıp durmakta.
  • در میان شهر چون دریا روان ** پر ز کشتیها و شست ماهیان‌‌
  • Şehrin ortasından gemilerle, balık ağlarıyla dolu, deniz gibi akıp gitmekte.
  • رو بر سلطان و کار و بار بین ** حس تجری تحتها الأنهار بین‌‌
  • Padişahın huzuruna var da şevketi, azameti gör; altından nehirler akan bahçeler diye övülen yerlere bak!
  • این چنین حسها و ادراکات ما ** قطره‌‌ای باشد در آن نهر صفا
  • O saffet denizine nispetle bizim, anlayışlarımız bir katradan ibarettir.
  • در نمد دوختن زن عرب سبوی آب باران را و مهر نهادن بر وی از غایت اعتقاد عرب‌‌
  • Arabın su testisini keçeye sarıp dikmesi ve ağzını kapatması
  • مرد گفت آری سبو را سر ببند ** هین که این هدیه ست ما را سودمند 2720
  • Arap, evet, dedi. Testinin ağzını kapa, hakikaten armağan, bize faydalı.
  • در نمد در دوز تو این کوزه را ** تا گشاید شه به هدیه روزه را
  • Keçeye sar, sarmala. Padişah, orucunu armağanla açsın.
  • کاین چنین اندر همه آفاق نیست ** جز رحیق و مایه‌‌ی اذواق نیست‌‌
  • Çünkü dünyada bunun gibi su yoktur. Bu halis şarap, zevk ve sefa kaynağı!
  • ز آن که ایشان ز آبهای تلخ و شور ** دایما پر علت‌‌اند و نیم کور
  • Çünkü onlar acı tuzlu suları içmekten daima hastadırlar, yarı kör olmuşlardır.
  • مرغ کآب شور باشد مسکنش ** او چه داند جای آب روشنش‌‌
  • Durağı, yatağı acı subaşı olan kuş; sâf berrak suyu ne bilsin?
  • ای که اندر چشمه‌ی شورست جان ** تو چه دانی شط و جیحون و فرات 2725
  • Yurdun acı su kaynağı; Şatt’ı, Ceyhun’u nereden bileceksin?
  • ای تو نارسته از این فانی رباط ** تو چه دانی محو و سکر و انبساط
  • Ey şu fâni konaktan kurtulmayan! Sen yokluğu, sarhoşluğu ve neşeyi ne bilirsin ki!
  • ور بدانی نقلت از اب وز جد است ** پیش تو این نامها چون ابجد است‌‌
  • Bilsen bile babandan, atandan nakil ve rivayet yoluyla bilirsin. Senin yanında bu adlar ebced gibidir.
  • ابجد و هوز چه فاش است و پدید ** بر همه طفلان و معنی بس بعید
  • Ebced, hevvez. Bunlar, bütün çocuklara apaçık ve meydandadır, fakat mânası yok.
  • پس سبو برداشت آن مرد عرب ** در سفر شد می‌‌کشیدش روز و شب‌‌
  • Hulâsa, Arap testiyi alıp yola düştü. Gece, gündüz onu taşımaktaydı.
  • بر سبو لرزان بد از آفات دهر ** هم کشیدش از بیابان تا به شهر 2730
  • Testiye bir ziyan gelecek diye korkusundan titreyerek çölden ta... şehre kadar götürdü.
  • زن مصلا باز کرده از نیاز ** رب سلم ورد کرده در نماز
  • Kadın da evde seccadesini yaymış, namaz kılıp dua etmekte;
  • که نگه دار آب ما را از خسان ** یا رب آن گوهر بدان دریا رسان‌‌
  • “Suyumuzu, bayağı kişilerden koru...Ya Rabbi, bu inciyi o denize ulaştır.
  • گر چه شویم آگه است و پر فن است ** لیک گوهر را هزاران دشمن است‌‌
  • Her ne kadar kocam uyanıktır, hünerlidir ama incinin binlerce düşmanı olur.
  • خود چه باشد گوهر آب کوثر است ** قطره‌‌ای زین است کاصل گوهر است‌‌
  • Cevher dediğin de nedir ki... Bu su Kevser suyudur. İncinin aslı, bunun bir katrasıdır” diyordu.
  • از دعاهای زن و زاری او ** وز غم مرد و گرانباری او 2735
  • Kadının ağlayıp yalvarması; erkeğin derdi ve ağır yükü bereketiyle,
  • سالم از دزدان و از آسیب سنگ ** برد تا دار الخلافه بی‌‌درنگ‌‌
  • Arap, testiyi hırsızlara kaptırmadan, taşla kırdırmadan durup dinlenmeksizin ta Hilâfet Şehrine kadar götürdü.
  • دید درگاهی پر از انعامها ** اهل حاجت گستریده دامها
  • Orada bir tapu gördü ki nimetlerle dolu. Haceti olanlar oraya tuzaklarını yaymışlar?
  • دم به دم هر سوی صاحب حاجتی ** یافته ز آن در عطا و خلعتی‌‌
  • Zaman, zaman her tarafta bir haceti olan o tapudan ihsana nail olmuş, hil’atler elde etmiş.
  • بهر گبر و مومن و زیبا و زشت ** همچو خورشید و مطر نی چون بهشت‌‌
  • O kapı; kâfire, Müslüman’a, güzele, çirkine güneş gibi… Hattâ cennet gibi.
  • دید قومی در نظر آراسته ** قوم دیگر منتظر برخاسته‌‌ 2740
  • Bir bölük halk gördü, huzurda bezenmiş duruyor. Bir bölük halk gördü ayakta, hizmet bekliyor.
  • خاص و عامه از سلیمان تا به مور ** زنده گشته چون جهان از نفخ صور
  • Süleyman’dan karıncaya kadar herkes, neşe içinde... Hepsi Sûr üfürülmüş te dirilmiş canlar gibi.
  • اهل صورت در جواهر بافته ** اهل معنی بحر معنی یافته‌‌
  • Görünüşe aldananlar, cevherlere gark olmuşlar... İç yüzüne ehemmiyet verenler, mâna denizini bulmuşlar.
  • آن که بی‌‌همت چه با همت شده ** و آن که با همت چه با نعمت شده‌‌
  • Himmetsizler, himmete erişmiş... Himmet sahipleri nimete erişmiş!
  • در بیان آن که چنان که گدا عاشق کرم است و عاشق کریم، کرم کریم هم عاشق گداست اگر گدا را صبر بیش بود کریم بر در او آید و اگر کریم را صبر بیش بود گدا بر در او آید اما صبر گدا کمال گداست و صبر کریم نقصان اوست‌‌
  • Yoksul, nasıl ihsana ve ihsan sahibine âşıksa ihsan sahibi de yoksula âşıktır. Yoksulun sabrı çoksa ihsan sahibi onun kapısına gelir. İhsan sahibinin sabrı fazlaysa yoksul, onun kapısına varır. Fakat yoksulun sabrı, kemalidir, ihsan sahibinin sabrı ise noksanı