-
گفت از دمگاه آغازیدهام ** گفت دم بگذار ای دو دیدهام 2990
- Usta “ Kuyruğundan” dedi. Kazvinli dedi ki:” Aman iki gözüm, bırak kuyruğunu.
-
از دم و دمگاه شیرم دم گرفت ** دمگه او دمگهم محکم گرفت
- Aslanın kuyruğu ile kuyruk sokumum sızladı, nefesim kesildi, boğazım tıkandı.
-
شیر بیدم باش گو ای شیر ساز ** که دلم سستی گرفت از زخم گاز
- Aslan, varsın kuyruksuz olsun. İğne yarasından yüreğime fenalık geldi, bayılacağım.”
-
جانب دیگر گرفت آن شخص زخم ** بیمحابا بیمواسا بیز رحم
- Usta, “Kavzinliyi kayırmadan, merhametsizce aslanın bir başka tarafını dövmeye başladı.
-
بانگ کرد او کاین چه اندام است از او ** گفت این گوش است ای مرد نکو
- Yiğit yine bağırdı “Burası neresi?” Usta: “Kulağı” dedi.
-
گفت تا گوشش نباشد ای حکیم ** گوش را بگذار و کوته کن گلیم 2995
- Kazvinli “ Bırak, kulaksız olsun. Orasını da yapma” dedi.
-
جانب دیگر خلش آغاز کرد ** باز قزوینی فغان را ساز کرد
- Usta bu sefer başka bir yerine başlayınca Kazvinli yine feryat etti:
-
کاین سوم جانب چه اندام است نیز ** گفت این است اشکم شیر ای عزیز
- “Bu üçüncü iğne de neresini dövüyor?” Usta:”Azizim, karnı” dedi.
-
گفت تا اشکم نباشد شیر را ** چه شکم باید نگار سیر را
- Kazvinli “Fena acıyor, iğneyi bu kadar çok batırma, bırak, karınsız olsun” deyince
-
خیره شد دلاک و بس حیران بماند ** تا به دیر انگشت در دندان بماند
- Tellâk şaşırdı, hayli müddet parmağı ağzında kaldı.
-
بر زمین زد سوزن از خشم اوستاد ** گفت در عالم کسی را این فتاد 3000
- İğneyi yere atıp “ Âlemde kimse böyle bir hale düştüm mü ki?
-
شیر بیدم و سر و اشکم که دید ** این چنین شیری خدا خود نافرید
- Kuyruksuz, başsız, karınsız aslanı kim gördü? Tanrı bile böyle bir aslan yaratmamıştır” dedi.
-
ای برادر صبر کن بر درد نیش ** تا رهی از نیش نفس گبر خویش
- Kardeş, iğne yarasına sabret ki gâvur nefsin iğnesinden kurtulasın.
-
کان گروهی که رهیدند از وجود ** چرخ و مهر و ماهشان آرد سجود
- Varlıkların kurtulmuş olanlara felek de secde eder, güneş de, ay da.
-
هر که مرد اندر تن او نفس گبر ** مر و را فرمان برد خورشید و ابر
- Vücudunda nefsi ölen kişinin fermanına güneş de tâbidir, bulut da.
-
چون دلش آموخت شمع افروختن ** آفتاب او را نیارد سوختن 3005
- Gönlü ışık yakmayı, şûlelenmeyi öğrenmiş olan kişiyi güneş bile yakamaz.
-
گفت حق در آفتاب منتجم ** ذکر تزاور کذا عن کهفهم
- Tanrı; doğması, batması muayyen olan güneş hakkında “Doğduğu ve battığı zaman onların mağaralarına vurmaz; o mağara hiç güneş yüzü görmezdi”demiştir.
-
خار جمله لطف چون گل میشود ** پیش جزوی کاو سوی کل میرود
- Bir cüzü, külle ulaşırsa o cüz’ün yanında diken bile, gül gibi baştanbaşa letafet kesilir.
-
چیست تعظیم خدا افراشتن ** خویشتن را خوار و خاکی داشتن
- Tanrı’yı ululamak, yüceltmek, nasıl olur? Kendini, varlığını horlamak, toprak mesabesinde tutmakla.
-
چیست توحید خدا آموختن ** خویشتن را پیش واحد سوختن
- Tanrıyı tevhid etmeyi öğrenmek nedir? Kendini tek Tanrı önünde yakıp yok etmek.
-
گر همیخواهی که بفروزی چو روز ** هستی همچون شب خود را بسوز 3010
- Gündüz gibi şûlelenip parlamayı diliyorsan geceye benzeyen varlığını yak!
-
هستیات در هست آن هستی نواز ** همچو مس در کیمیا اندر گداز
- Varlığını o varlığı meydana getirenin varlığında bakırı kimya içinde eritir, yok eder gibi eritir, yok eder gibi erit, yok et (de altın ol)
-
در من و ما سخت کرده ستی دو دست ** هست این جملهی خرابی از دو هست
- Sen, sıkı sıkıya ben’e, yapışmış ( yokluğu ve birliğe ulaşmış) sın. Bütün bozuk düzen işler, bütün bu perişanlıklar, ikilikten meydana çıkıyor.
-
رفتن گرگ و روباه در خدمت شیر به شکار
- Ava giden aslan, kurt ve tilki
-
شیر و گرگ و روبهی بهر شکار ** رفته بودند از طلب در کوهسار
- Bir aslan, bir kurt, bir tilki avlanmak için dağlara düşmüşler.
-
تا به پشت همدگر بر صیدها ** سخت بر بندند بار قیدها
- Birbirlerine yardım ederek av hayvanlarını adamakıllı yakalamayı, onların yolunu kesmeyi kurmuşlardı.
-
هر سه با هم اندر آن صحرای ژرف ** صیدها گیرند بسیار و شگرف 3015
- Üçü de beraberce o geniş ovada birçok av elde etmek niyetindeydiler.
-
گر چه ز یشان شیر نر را ننگ بود ** لیک کرد اکرام و همراهی نمود
- Aslan, onlarla beraber avlanmaktan utanmaktaysa da yine onları ağırladı, onlara yoldaş oldu.
-
این چنین شه را ز لشکر زحمت است ** لیک همره شد جماعت رحمت است
- Böyle bir padişaha maiyetindeki asker, ancak zahmettir. Fakat bu “Topluluk rahmettir” deyip onlara uydu.
-
این چنین مه را ز اختر ننگهاست ** او میان اختران بهر سخاست
- Böyle bir ay, yıldızlarla beraber gezmeden utanır. O, yıldızların içinde ancak onları parlatmak, onlara ihsan etmek için bulunur.
-
امر شاورهم پیمبر را رسید ** گر چه رایی نیست رایش را ندید
- Reyine, tedbirine benzer isabetli bir rey, yerinde bir tedbir bulunmamakla beraber yine Peygamber’e “ Şâvirhum” emri geldi.
-
در ترازو جو رفیق زر شده ست ** نی از آن که جو چو زر گوهر شده ست 3020
- Terazide arpa, altınla arkadaş olmuştur. Fakat bununla arpanın da altın gibi kıymetlenmesi icabetmez.
-
روح قالب را کنون همره شده ست ** مدتی سگ حارس درگه شده ست
- Ruh, şimdilik kalıba yoldaş olmuştur. (kalıp, ruhu korumaktır). Nitekim köpek de bir zaman için kapıyı korur.
-
چون که رفتند این جماعت سوی کوه ** در رکاب شیر با فر و شکوه
- Bunlar; kudretli, şevketli aslanın maiyetinde dağa doğru gittikleri zaman
-
گاو کوهی و بز و خرگوش زفت ** یافتند و کار ایشان پیش رفت
- İşleri rast geldi, bir dağ öküzü, bir dağ keçisi, bir de semiz tavşan avladılar.
-
هر که باشد در پی شیر حراب ** کم نیاید روز و شب او را کباب
- Savaşçı aslanın maiyetinde giden kişinin kebabı, gece olsun, eksik olmaz.
-
چون ز که در بیشه آوردندشان ** کشته و مجروح و اندر خون کشان 3025
- Ölmüş yaralanmış, kan içinde bulunan avlarını dağdan çeke çeke ormana getirince,
-
گرگ و روبه را طمع بود اندر آن ** که رود قسمت به عدل خسروان
- Kurt ve tilki padişahlara lâyık bir adaletle av hayvanlarının paylaşılmasına tamahlandılar.
-
عکس طمع هر دوشان بر شیر زد ** شیر دانست آن طمعها را سند
- İkisinin de tamahı, aslana aksetti, o tamahın sebebini anladı.
-
هر که باشد شیر اسرار و امیر ** او بداند هر چه اندیشد ضمیر
- Sırların aslanı ve beyi olan, kalpten geçenleri bilir.
-
هین نگه دار ای دل اندیشه جو ** دل ز اندیشهی بدی در پیش او
- Kendine gel, ey düşüncelere dalmayı huy edinen gönül! Onun huzurunda kötü düşüncelerden sakın!
-
داند و خر را همیراند خموش ** در رخت خندد برای رویپوش 3030
- O bilir, o anlar, eşeği sükût içinde sürer. Sırrını bildiğini anlatmamak, ayıbını yüzüne vurmamak için de yüzüne güler.
-
شیر چون دانست آن وسواسشان ** وانگفت و داشت آن دم پاسشان
- Aslan, onların vesveselerini anladıysa da açmadı, bir şey söylemedi, onları korudu.
-
لیک با خود گفت بنمایم سزا ** مر شما را ای خسیسان گدا
- Fakat kendi kendine “Yoksul hasisler sizi! Ben, sizin cezanızı veririm, size gösteririm ben!
-
مر شما را بس نیامد رای من ** ظنتان این است در اعطای من
- ”Size benim hükmüm kâfi gelmedi mi? Benim ihsanım hususunda zannınız bu mu?
-
ای عقول و رایتان از رای من ** از عطاهای جهان آرای من
- Sizin akıllarınız, reyleriniz de benden; benim dünyamı aydınlatan ihsanlarımdandır.
-
نقش با نقاش چه سگالد دگر ** چون سگالش اوش بخشید و خبر 3035
- Resim ressamı nasıl ayıplayabilir? Resme o ayıbı, o kötü görünüşü veren ressamdır.
-
این چنین ظن خسیسانه به من ** مر شما را بود ننگان زمن
- Benim hakkımda böyle hasisçe bir zanna mı düşeceksiniz? Zamanın ayıbı, arı asıl sizsiniz.
-
ظانین بالله ظن السوء را ** گر نبرم سر بود عین خطا
- Tanrı hakkında kötü zanda bulunanlar, sizin kellenizi uçurmazsam bu işim, hatanın ta kendisidir.
-
وارهانم چرخ را از ننگتان ** تا بماند بر جهان این داستان
- Dünyayı sizin ayıbınızdan kurtarayım da bu hikâye, dünya durdukça söylenip dursun dedi.
-
شیر با این فکر میزد خنده فاش ** بر تبسمهای شیر ایمن مباش
- Aslan bu düşünceyle açıkça gülüyordu. Aslanın gülümsemelerine emin olma.