-
کاشکی آن زخم بر تن آمدی ** تا بدی کایمان و دل سالم بدی 3135
- Keşke o yara yalnız vücuda gelseydi de gönül ve iman selâmette kalsaydı...
-
قوتم بگسست چون اینجا رسید ** چون توانم کرد این سر را پدید
- Söz buraya gelince kuvvetim kesildi. Bu sırrı nasıl açayım?
-
همچو آن روبه کم اشکم کنید ** پیش او روباه بازی کم کنید
- O tilki gibi siz de boğazınızı az düşünün, onun huzurunda hileye az sapın.
-
جمله ما و من به پیش او نهید ** ملک ملک اوست ملک او را دهید
- Huzurunda bütün bizi, beni terk edin... Mülk, onun mülküdür; mülkü ona teslim edin.
-
چون فقیر آیید اندر راه راست ** شیر و صید شیر خود آن شماست
- Doğru yola yoksulca gelirseniz aslan da sizindir, aslanın avladığı av da sizin.
-
ز آنکه او پاک است و سبحان وصف اوست ** بینیاز است او ز نغز و مغز و پوست 3140
- Çünkü o, paktır; Sübhan, onun vasfıdır. O, batınî şeylerden de müstağnidir, zâhiri şeylerden de.
-
هر شکار و هر کراماتی که هست ** از برای بندگان آن شه است
- Ondaki her türlü av, her çeşit ikram ve ihsan o padişahın kulları içindir.
-
نیست شه را طمع بهر خلق ساخت ** این همه دولت خنک آن کاو شناخت
- Padişahın hiçbir şeye tamahı yoktur, O, bütün bu devleti halk için düzüp koşmuştur; ne mutlu anlayana!
-
آن که دولت آفرید و دو سرا ** ملک دولتها چه کار آید و را
- Dünyanın ve ahiretin devletleri; devleti, dünyayı ve ahireti yaratan kişinin ne işine yarar?
-
پیش سبحان بس نگه دارید دل ** تا نگردید از گمان بد خجل
- Şu halde Süphan’ın huzurunda gönlünüzü koruyun ki sonra kötü düşünceden utanmayasınız.
-
کاو ببیند سر و فکر و جستجو ** همچو اندر شیر خالص تار مو 3145
- Çünkü o; halis sütün içindeki siyah kıl gibi bütün gizli şeyleri, düşünceleri arayıp taramayı...her şeyi görür.
-
آن که او بینقش ساده سینه شد ** نقشهای غیب را آیینه شد
- Suretten geçip gönlünü arıtan kişi, gayp suretlerine ayna olur.
-
سر ما را بیگمان موقن شود ** ز آن که مومن آینهی مومن شود
- Şüphe yok, sırrımızı anlar; çünkü mümin, müminin aynasıdır.
-
چون زند او نقد ما را بر محک ** پس یقین را باز داند او ز شک
- Nakdimizi mehenge urunca derhal yakîni şüpheden ayırt eder.
-
چون شود جانش محک نقدها ** پس ببیند قلب را و قلب را
- Canı, nakitlerin mehengi olunca elbette ayarı sağlam olanı da görür, kalp olanı da.
-
نشاندن پادشاهان صوفیان عارف را پیش روی خویش تا چشمشان بدیشان روشن شود
- Padişahların ârif sofileri karşılarına oturtması
-
پادشاهان را چنان عادت بود ** این شنیده باشی ار یادت بود 3150
- Hatırlarsan duymuşsundur; padişahların böyle bir âdeti vardı:
-
دست چپشان پهلوانان ایستند ** ز آنکه دل پهلوی چپ باشد ببند
- Sol taraflarında yiğitler, bahadırlar dururdu, çünkü kalp vücudun sol tarafındadır.
-
مشرف و اهل قلم بر دست راست ** ز آن که علم و خط و ثبت آن دست راست
- Defterdarlarla hesap memurlarının ve kalem ehli olanların makamı sağ taraflarındaydı. Çünkü yazı yazmak ve bir şeyi tespit etmek sağ elin işidir.
-
صوفیان را پیش رو موضع دهند ** کاینهی جاناند و ز آیینه بهند
- Sofilere karşılarında yer verirlerdi. Zira onlar, can aynasıdırlar, hattâ aynadan da iyidirler.
-
سینه صیقلها زده در ذکر و فکر ** تا پذیرد آینهی دل نقش بکر
- Gönül aynasının fikir suretleri kabul etmesi o aynada bu görülmemiş suretlerin görünmesi için kalplerini zikirle, fikirle cilâlamışlardır.
-
هر که او از صلب فطرت خوب زاد ** آینه در پیش او باید نهاد 3155
- Yaratılış sulbünden temiz ve güzel doğan kişinin önüne ayna koymak gerektir.
-
عاشق آیینه باشد روی خوب ** صیقل جان آمد و تقوی القلوب
- Güzel yüz aynaya âşıktır. Güzel yüz, aynaya âşık olduğu gibi cana cilâ, kalplere de temizlik verir.
-
آمدن مهمان پیش یوسف علیه السلام و تقاضا کردن یوسف از او تحفه و ارمغان
- Bir konuğun Yusuf-u Sıddıyk’a gelmesi, Yusuf’un ondan bir armağan istemesi
-
آمد از آفاق یار مهربان ** یوسف صدیق را شد میهمان
- Uzak yerlerden bir merhametli dost, Yusuf-u Sıddıyk’a konuk oldu.
-
کآشنا بودند وقت کودکی ** بر وسادهی آشنایی متکی
- Çocukluktan beri birbirlerini tanırlardı. Eskiden beri âşinalık yastığına yaslanmışlardı.
-
یاد دادش جور اخوان و حسد ** گفت کان زنجیر بود و ما اسد
- Konukla, Yusuf’a kardeşlerinin yaptığı cefayı, onların hasetlerini konuştular. Yusuf “o haset ve cefa, zincirdi; biz de aslandık.
-
عار نبود شیر را از سلسله ** نیست ما را از قضای حق گله 3160
- Aslanın zincire vurulması ayıp değildir. Bizim Tanrı’nın kaza ve kaderinden şikâyetimiz yok.
-
شیر را بر گردن ار زنجیر بود ** بر همه زنجیر سازان میر بود
- Aslan, boynunda zincir bulunmakla beraber bütün zincir yapanlara beydir” dedi.
-
گفت چون بودی ز زندان و ز چاه ** گفت همچون در محاق و کاست ماه
- Dostu Yusuf’a “Zindanda ve kuyuda ne haldeydin?” dedi. Yusuf cevap verdi: “Ay, bedir halinden çıkar ve eski ay haline gelir ya... işte öyle.”
-
در محاق ار ماه نو گردد دو تا ** نی در آخر بدر گردد بر سما
- Eski ay görünmez, sonra hilâl olur da iki büklüm bir halde görünür. Fakat sonunda yine gökte bedir haline gelmez mi?
-
گر چه دردانه به هاون کوفتند ** نور چشم و دل شد و بیند بلند
- İnci tanesini havanda döverler ama kadri yine yücedir, ya ilâç olarak göze çekilir, yahut macun haline getirilir, kalp ferahlığı için yenir.
-
گندمی را زیر خاک انداختند ** پس ز خاکش خوشهها بر ساختند 3165
- Buğdayı toprak altına attılar ama sonradan topraktan başaklar çıktı.
-
بار دیگر کوفتندش ز آسیا ** قیمتش افزود و نان شد جان فزا
- Ondan sonra değirmende öğüttüler, değeri arttı, cana can katan gıda oldu.
-
باز نان را زیر دندان کوفتند ** گشت عقل و جان و فهم هوشمند
- Sonra ekmeği bir kere daha diş altında ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrâk oldu.
-
باز آن جان چون که محو عشق گشت ** يعجب الزراع آمد بعد کشت
- Daha sonra da o can, aşkta mahvoldu da Hak yolunda ekildikten sonra mahsûl verdi, ekincileri hayrete düşürdü.
-
این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا که با یوسف چه گفت آن نیک مرد
- Bu sözün sonu gelmez. Sen, o iyi adamın Yusuf’a ne dediğini anlatmaya başla.
-
بعد قصه گفتنش گفت ای فلان ** هین چه آوردی تو ما را ارمغان 3170
- Yusuf, başından geçenleri anlattıktan sonra “ Eh...bize ne armağan getirdin, bakalım?” dedi.
-
بر در یاران تهی دست ای فتی ** هست چون بیگندمی در آسیا
- Ey ulu kişi! Dostları görmeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer.
-
حق تعالی خلق را گوید به حشر ** ارمغان کو از برای روز نشر
- Ulu Tanrı bile mahşer günü, halka “ Kıyamet günü için armağanın nerede;
-
جئتمونا و فرادی بینوا ** هم بدان سان که خلقناکم کذا
- Bize yapayalnız, azıksız, âdeta sizi yarattığımız gibi geldiniz.
-
هین چه آوردید دست آویز را ** ارمغانی روز رستاخیز را
- Kendinize gelin! Kıyamet günü için ne hediyeniz var, ne getirdiniz?
-
یا امید باز گشتنتان نبود ** وعدهی امروز باطلتان نمود 3175
- Yoksa tekrar dönüp geleceğinizi ummuyor muydunuz, size bugünün vâdesi bâtıl mı göründü ki? der.
-
وعدهی مهمانیاش را منکری ** پس ز مطبخ خاک و خاکستر بری
- Ona konuk olacağımızı inkâr ediyorsan bu mutfaktan ancak toprak ve kül alabilirsin.
-
ور نهای منکر چنین دست تهی ** در در آن دوست چون پا مینهی
- İnkâr etmiyorsan niçin böyle elin boş. O sevgilinin kapısına böyle nasıl ayak atacaksın?
-
اندکی صرفه بکن از خواب و خور ** ارمغان بهر ملاقاتش ببر
- Yemeyi, uyumayı biraz azalt da onunla görüşmek için bir armağan götür.
-
شو قلیل النوم مما یهجعون ** باش در اسحار از یستغفرون
- Geceleri az uyuyanlardan seher çağlarında istiğfar edenlerden ol.
-
اندکی جنبش بکن همچون جنین ** تا ببخشندت حواس نور بین 3180
- Sen de rahimdeki çocuk gibi az oyna da sana da nurları gören duygular bağışlasınlar.
-
وز جهان چون رحم بیرون روی ** از زمین در عرصهی واسع شوی
- Rahim gibi olan dünyadan çıkınca yeryüzünden daha geniş bir sahaya dalacaksın.
-
آن که ارض الله واسع گفتهاند ** عرصهای دان کانبیا در رفتهاند
- “ Tanrı yeri geniştir” derler ya; o geniş yer, bil peygamberlerin gidip daldıkları sahadır.
-
دل نگردد تنگ ز آن عرصهی فراخ ** نخل تر آن جا نگردد خشک شاخ
- O geniş sahada gönül daralmaz; yaş ağaç, orada kuru dal haline gelmez.
-
حاملی تو مر حواست را کنون ** کند و مانده میشوی و سر نگون
- Şimdi duygular, sen de. Fakat bir gün yorgun, bitkin, baş aşağı bir hale geleceksin.