-
آمد از آفاق یار مهربان ** یوسف صدیق را شد میهمان
- Uzak yerlerden bir merhametli dost, Yusuf-u Sıddıyk’a konuk oldu.
-
کآشنا بودند وقت کودکی ** بر وسادهی آشنایی متکی
- Çocukluktan beri birbirlerini tanırlardı. Eskiden beri âşinalık yastığına yaslanmışlardı.
-
یاد دادش جور اخوان و حسد ** گفت کان زنجیر بود و ما اسد
- Konukla, Yusuf’a kardeşlerinin yaptığı cefayı, onların hasetlerini konuştular. Yusuf “o haset ve cefa, zincirdi; biz de aslandık.
-
عار نبود شیر را از سلسله ** نیست ما را از قضای حق گله 3160
- Aslanın zincire vurulması ayıp değildir. Bizim Tanrı’nın kaza ve kaderinden şikâyetimiz yok.
-
شیر را بر گردن ار زنجیر بود ** بر همه زنجیر سازان میر بود
- Aslan, boynunda zincir bulunmakla beraber bütün zincir yapanlara beydir” dedi.
-
گفت چون بودی ز زندان و ز چاه ** گفت همچون در محاق و کاست ماه
- Dostu Yusuf’a “Zindanda ve kuyuda ne haldeydin?” dedi. Yusuf cevap verdi: “Ay, bedir halinden çıkar ve eski ay haline gelir ya... işte öyle.”
-
در محاق ار ماه نو گردد دو تا ** نی در آخر بدر گردد بر سما
- Eski ay görünmez, sonra hilâl olur da iki büklüm bir halde görünür. Fakat sonunda yine gökte bedir haline gelmez mi?
-
گر چه دردانه به هاون کوفتند ** نور چشم و دل شد و بیند بلند
- İnci tanesini havanda döverler ama kadri yine yücedir, ya ilâç olarak göze çekilir, yahut macun haline getirilir, kalp ferahlığı için yenir.
-
گندمی را زیر خاک انداختند ** پس ز خاکش خوشهها بر ساختند 3165
- Buğdayı toprak altına attılar ama sonradan topraktan başaklar çıktı.
-
بار دیگر کوفتندش ز آسیا ** قیمتش افزود و نان شد جان فزا
- Ondan sonra değirmende öğüttüler, değeri arttı, cana can katan gıda oldu.
-
باز نان را زیر دندان کوفتند ** گشت عقل و جان و فهم هوشمند
- Sonra ekmeği bir kere daha diş altında ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrâk oldu.
-
باز آن جان چون که محو عشق گشت ** يعجب الزراع آمد بعد کشت
- Daha sonra da o can, aşkta mahvoldu da Hak yolunda ekildikten sonra mahsûl verdi, ekincileri hayrete düşürdü.
-
این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا که با یوسف چه گفت آن نیک مرد
- Bu sözün sonu gelmez. Sen, o iyi adamın Yusuf’a ne dediğini anlatmaya başla.
-
بعد قصه گفتنش گفت ای فلان ** هین چه آوردی تو ما را ارمغان 3170
- Yusuf, başından geçenleri anlattıktan sonra “ Eh...bize ne armağan getirdin, bakalım?” dedi.
-
بر در یاران تهی دست ای فتی ** هست چون بیگندمی در آسیا
- Ey ulu kişi! Dostları görmeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer.
-
حق تعالی خلق را گوید به حشر ** ارمغان کو از برای روز نشر
- Ulu Tanrı bile mahşer günü, halka “ Kıyamet günü için armağanın nerede;
-
جئتمونا و فرادی بینوا ** هم بدان سان که خلقناکم کذا
- Bize yapayalnız, azıksız, âdeta sizi yarattığımız gibi geldiniz.
-
هین چه آوردید دست آویز را ** ارمغانی روز رستاخیز را
- Kendinize gelin! Kıyamet günü için ne hediyeniz var, ne getirdiniz?
-
یا امید باز گشتنتان نبود ** وعدهی امروز باطلتان نمود 3175
- Yoksa tekrar dönüp geleceğinizi ummuyor muydunuz, size bugünün vâdesi bâtıl mı göründü ki? der.
-
وعدهی مهمانیاش را منکری ** پس ز مطبخ خاک و خاکستر بری
- Ona konuk olacağımızı inkâr ediyorsan bu mutfaktan ancak toprak ve kül alabilirsin.
-
ور نهای منکر چنین دست تهی ** در در آن دوست چون پا مینهی
- İnkâr etmiyorsan niçin böyle elin boş. O sevgilinin kapısına böyle nasıl ayak atacaksın?
-
اندکی صرفه بکن از خواب و خور ** ارمغان بهر ملاقاتش ببر
- Yemeyi, uyumayı biraz azalt da onunla görüşmek için bir armağan götür.
-
شو قلیل النوم مما یهجعون ** باش در اسحار از یستغفرون
- Geceleri az uyuyanlardan seher çağlarında istiğfar edenlerden ol.
-
اندکی جنبش بکن همچون جنین ** تا ببخشندت حواس نور بین 3180
- Sen de rahimdeki çocuk gibi az oyna da sana da nurları gören duygular bağışlasınlar.
-
وز جهان چون رحم بیرون روی ** از زمین در عرصهی واسع شوی
- Rahim gibi olan dünyadan çıkınca yeryüzünden daha geniş bir sahaya dalacaksın.
-
آن که ارض الله واسع گفتهاند ** عرصهای دان کانبیا در رفتهاند
- “ Tanrı yeri geniştir” derler ya; o geniş yer, bil peygamberlerin gidip daldıkları sahadır.
-
دل نگردد تنگ ز آن عرصهی فراخ ** نخل تر آن جا نگردد خشک شاخ
- O geniş sahada gönül daralmaz; yaş ağaç, orada kuru dal haline gelmez.
-
حاملی تو مر حواست را کنون ** کند و مانده میشوی و سر نگون
- Şimdi duygular, sen de. Fakat bir gün yorgun, bitkin, baş aşağı bir hale geleceksin.
-
چون که محمولی نه حامل وقت خواب ** ماندگی رفت و شدی بیرنج و تاب 3185
- Uykuda duygularını taşımazsın, duygular seni taşır. Bu yorgunluk, bitkinlik gider, eziyetten, sıkıntıdan kurtulursun.
-
چاشنیی دان تو حال خواب را ** پیش محمولی حال اولیا
- Sen uyku halini, velîlerin uyanıkken de duygularını taşımamaları halinde bir çeşni bil.
-
اولیا اصحاب کهفند ای عنود ** در قیام و در تقلب هم رقود
- Be inatçı; velîler, Eshab-ı Kehf’dir. Ayakta olsalar da, yürüyüp gezseler de uykudadırlar.
-
میکشدشان بیتکلف در فعال ** بیخبر ذات الیمین ذات الشمال
- Tanrı, onları, kendilerinin haberi olmadan işletir; sağa sola çevirir.
-
چیست آن ذات الیمین فعل حسن ** چیست آن ذات الشمال اشغال تن
- O sağa çevrilme nedir? İyi iş. Ya sola çevrilme? O da bedene, varlığa ait işler.
-
میرود این هر دو کار از انبیا ** بیخبر زین هر دو ایشان چون صدا 3190
- Bu iki hal de peygamberlerden, dağdan ses gelir gibi zuhur eder. Onların, her ikisinden de haberleri yoktur.
-
گر صدایت بشنواند خیر و شر ** ذات کوه از هر دو باشد بیخبر
- Dağ, hayır olsun, şer olsun... Senin sesini sana verir, duyurur. Fakat ikisinden de bihaberdir.
-
گفتن مهمان یوسف علیه السلام را که آینه آوردمت ارمغان تا هر باری که در وی نگری روی خوب خود بینی مرا یاد کنی
- Konuğun, Yusuf-u Sıddıyk’a “Sana armağan olarak ayna getirdim. Ona her baktıkça güzel yüzünü görür beni hatırlarsın” demesi
-
گفت یوسف هین بیاور ارمغان ** او ز شرم این تقاضا زد فغان
- Yusuf “Hadi, armağanını çıkar” deyince konuk, bu istekten utanıp âdeta figan ederek.
-
گفت من چند ارمغان جستم ترا ** ارمغانی در نظر نامد مرا
- ”Sana getirmek için ne kadar armağan aradıysam hiçbir şeyi beğenmedim, lâyık görmedim.
-
حبهای را جانب کان چون برم ** قطرهای را سوی عمان چون برم
- Bir habbeyi alıp da madene, bir katrayı alıp da ummana nasıl götürebilirim?
-
زیره را من سوی کرمان آورم ** گر به پیش تو دل و جان آورم 3195
- Sana gönül ve can bile getirsem Kirman’a kimyon götürmüş sayılırım.
-
نیست تخمی کاندر این انبار نیست ** غیر حسن تو که آن را یار نیست
- Senin, misli olmayan güzelliğinden başka bir tohum yoktur ki bu ambarda olmasın.
-
لایق آن دیدم که من آیینهای ** پیش تو آرم چو نور سینهای
- Sana gönül nuru gibi bir ayna getirmeyi lâyık gördüm.
-
تا ببینی روی خوب خود در آن ** ای تو چون خورشید شمع آسمان
- Ey güneş gibi gökyüzünün ışığı olan güzel! Ona baktıkça kendi güzel yüzünü görürsün.
-
آینه آوردمت ای روشنی ** تا چو بینی روی خود یادم کنی
- Gözümün nuru, sana ayna getirdim, ona bakıp yüzünü gördükçe beni hatırlarsın” dedi.
-
آینه بیرون کشید او از بغل ** خوب را آیینه باشد مشتغل 3200
- Koynundan aynayı çıkarıp sundu. Güzeller, aynayla meşgul olurlar.
-
آینهی هستی چه باشد نیستی ** نیستی بر گر تو ابله نیستی
- Varlığın aynası nedir? Yokluk. Ahmak değilsen yokluğu ihtiyar et.
-
هستی اندر نیستی بتوان نمود ** مال داران بر فقیر آرند جود
- Varlık, yoklukta görünebilir. Zenginler, yoksula cömertlik edebilirler.
-
آینهی صافی نان خود گرسنه ست ** سوخته هم آینهی آتش زنه ست
- Ekmeğin saf aynası açtır; kav da çakmak taşının aynasıdır.
-
نیستی و نقص هر جایی که خاست ** آینهی خوبی جملهی پیشههاست
- Bir yerde yokluk ve noksan oldu mu...bu, bütün sanatların güzelliğine aynadır.
-
چون که جامه چست و دوزیده بود ** مظهر فرهنگ درزی چون شود 3205
- Elbise biçilmiş, dikilmiş olursa terzinin mahareti görünebilir mi?
-
ناتراشیده همیباید جذوع ** تا دروگر اصل سازد یا فروع
- Budaklar yontulmamış olmalı ki marangoz onu yontsun, rendelesin... Ondan asla, yahut fer’e ait bir şey yapsın.