-
جمله اطباق زمین و آسمان ** همچو خاشاکی در آن بحر روان
- Bütün yerler, gökler; o yürüyen denizde, o can deryasında çör çöp gibidir.
-
حملهها و رقص خاشاک اندر آب ** هم ز آب آمد به وقت اضطراب 3340
- Suda çör çöpün saldırması, oynaması, suyun dalgalanmasındandır.
-
چون که ساکن خواهدش کرد از مرا ** سوی ساحل افکند خاشاک را
- İnat eder de onları hareketsiz bırakmayı dilerse kıyıya atıverir.
-
چون کشد از ساحلش در موج گاه ** آن کند با او که آتش با گیاه
- Kıyıdan dalgalandığı yere, kendisine çekti mi... ateş, ota ne yaparsa deniz de onlara onu yapar (hepsini siler, süpürür, yok eder).
-
این حدیث آخر ندارد باز ران ** جانب هاروت و ماروت ای جوان
- Bu söze de son yoktur. Ey genç sen yine Hârût Mârût hikâyesine dön.
-
باقی قصهی هاروت و ماروت و نکال و عقوبت ایشان هم در دنیا به چاه بابل
- Hârût, Mârût hikâyesinin sonu ve onların, dünyada Bâbil Kuyusunda cezalandırılmaları
-
چون گناه و فسق خلقان جهان ** میشدی بر هر دو روشن آن زمان
- Bu iki melek, cihan halkının günahını, kötülüğünü görünce,
-
دستخاییدن گرفتندی ز خشم ** لیک عیب خود ندیدندی به چشم 3345
- Hiddetlerinden ellerini ısırıyorlardı. Fakat gözleriyle kendi ayıplarını görmüyorlardı.
-
خویش در آیینه دید آن زشت مرد ** رو بگردانید از آن و خشم کرد
- Bir çirkin, aynada kendisini görünce yüzünü çevirmiş, kızmış.
-
خویش بین چون از کسی جرمی بدید ** آتشی در وی ز دوزخ شد پدید
- Kendisini gören kendisini beğenen; birisinde bir suç gördü mü...İçinde cehennemden daha şiddetli bir ateş parlar.
-
حمیت دین خواند او آن کبر را ** ننگرد در خویش نفس گبر را
- O, bu kibre din gayreti adını takar; kendi kâfir nefsini görmez.
-
حمیت دین را نشانی دیگر است ** که از آن آتش جهانی اخضر است
- Din gayretinin başka alâmeti vardır. O ateşten bütün bir dünya yeşerir, hayat bulur.
-
گفت حقشان گر شما روشانگرید ** در سیه کاران مغفل منگرید 3350
- Tanrı; Hârût’la Mârût’a “ Eğer siz, nurdan yaratılmış, mâsum melekseniz aldanmış, ziyankâr suçluları görmeyin.
-
شکر گویید ای سپاه و چاکران ** رستهاید از شهوت و از چاک ران
- Ey gökyüzünün askerleri, benim kullarım! Şükredin ki şehvetten ve cinsi temayülden kurtulmuşsunuz.
-
گر از آن معنی نهم من بر شما ** مر شما را بیش نپذیرد سما
- Eğer size de şehvet versem, artık gök, sizi kabul etmez.
-
عصمتی که مر شما را در تن است ** آن ز عکس عصمت و حفظ من است
- Sizdeki mâsumluk, benim ismetimin, benim korumamın aksindendir.
-
آن ز من بینید نز خود هین و هین ** تا نچربد بر شما دیو لعین
- O mâsumluğu benden bilin, kendinizden değil. Kendinize gelin, kendinize... Lânetlenmiş Şeytan, size galip gelmesin” dedi.
-
آن چنان که کاتب وحی رسول ** دید حکمت در خود و نور اصول 3355
- Nitekim Peygamberin vahiy kâtibi de hikmeti kendisinde gördü, kendine de vahiy geliyor zannetti.
-
خویش را هم صوت مرغان خدا ** میشمرد آن بد صفیری چون صدا
- Tanrı kuşlarının sesi, kendinde de var sandı, o kötü ıslık, o kuşların sesi gibi güzeldir zannına düştü.
-
لحن مرغان را اگر واصف شوی ** بر مراد مرغ کی واقف شوی
- Sen, kuşların seslerini övüp dururken nereden kuşun muradını anlayacaksın.
-
گر بیاموزی صفیر بلبلی ** تو چه دانی کاو چه دارد با گلی
- Bülbülün sesini öğrensen, tanısan da gül ile ne yapıyor, ne işi var? Nereden bileceksin?
-
ور بدانی باشد آن هم از گمان ** چون ز لب جنبان گمانهای کران
- Kıyas ve şüphe yoluyla bildiğini farz edelim... O biliş sağırların, dudak oynamasından anladıkları kadar bir anlayış ve bilişten ibarettir.
-
به عیادت رفتن کر بر همسایهی رنجور خویش
- Sağırın hasta komşusuna hatır sormaya gidişi
-
آن کری را گفت افزون مایهای ** که ترا رنجور شد همسایهای 3360
- Anlayışlı, hal hatır, yol yordam bilen birisi bir sağıra “ komşun hasta” diye haber verdi.
-
گفت با خود کر که با گوش گران ** من چه دریابم ز گفت آن جوان
- Sağır, kendi kendisine dedi ki: “ Bu sağır kulakla ben onun sözünü nereden anlayacağım.
-
خاصه رنجور و ضعیف آواز شد ** لیک باید رفت آن جا نیست بد
- Hele hasta olur, sesi pek çıkmazsa... Fakat mutlaka da gitmek lâzım.
-
چون ببینم کان لبش جنبان شود ** من قیاسی گیرم آن را هم ز خود
- Dudağını oynar görünce ne dediğini kıyas yoluyla kendiliğinden düşünür, bulurum.
-
چون بگویم چونی ای محنت کشم ** او بخواهد گفت نیکم یا خوشم
- Ey benim mihnete düşmüş dostum, nasılsın? Derim. O, elbette iyiyim, yahut hoşum, diyecek.
-
من بگویم شکر چه خوردی ابا ** او بگوید شربتی یا ماشبا 3365
- Şükürler olsun diye cevap verir, ne çorbası yedin diye sorarım. O meselâ, mercimek çorbası diye cevap verir.
-
من بگویم صحه نوشت کیست آن ** از طبیبان پیش تو گوید فلان
- Afiyet olsun der, hekimlerden kim geliyor, kendini hangisine tedavi ettiriyorsun? derim.
-
من بگویم بس مبارک پاست او ** چون که او آمد شود کارت نکو
- O, filan deyince derim ki: ayağı çok kutludur. Geldi mi işin yoluna girdi demektir.
-
پای او را آزمودستیم ما ** هر کجا شد میشود حاجت روا
- Biz de onun kademini denedik. Nerede vardıysa dilek hâsıl oldu.”
-
این جوابات قیاسی راست کرد ** پیش آن رنجور شد آن نیک مرد
- O iyi adam, kıyas yoluyla tasarladığı bu cevapları düzüp koşarak hastaya hal hatır sormaya gitti.
-
گفت چونی گفت مردم گفت شکر ** شد از این رنجور پر آزار و نکر 3370
- “Nasılsın “dedi. Hasta “öldüm” deyince dedi ki: “ Çok şükür!” Hasta, bu sözden hiddetlendi, canı pek sıkıldı.
-
کین چه شکر است او مگر با ما بد است ** کر قیاسی کرد و آن کژ آمده ست
- “ Bu ne biçim şükür? O bizim kötülüğümüzü istiyormuş, anlaşıldı” diye düşündü. Sağır bir sözdür, tasarladı ama yanlış düştü.
-
بعد از آن گفتش چه خوردی گفت زهر ** گفت نوشت باد افزون گشت قهر
- Sonra “Ne yedin ?diye sorunca hasta “Zehir” dedi. Sağır “ Afiyet olsun” der demez hastanın kahırlanması fazlalaştı.
-
بعد از آن گفت از طبیبان کیست او ** کاو همیآید به چاره پیش تو
- Sağır, bundan sonra da “ Tedavi için hekimlerden kim geliyor?” diye sordu.
-
گفت عزراییل میآید برو ** گفت پایش بس مبارک شاد شو
- Hasta “ Hadi be, defol, Azrail geliyor!” diye cevap verdi. Sağır “ Ayağı pek kutludur, sevin, neşelen!”dedi.
-
کر برون آمد بگفت او شادمان ** شکر کش کردم مراعات این زمان 3375
- Sağır; şükür, böyle bir zamanda hal hatır sorup komşuluk hakkını gözettim diye sevinerek dışarı çıktı.
-
گفت رنجور این عدوی جان ماست ** ما ندانستیم کاو کان جفاست
- Hasta ise “Bu, bizim canımıza düşmanmış, onun cefa madeni olduğunu bilmiyormuşuz” diyordu.
-
خاطر رنجور جویان صد سقط ** تا که پیغامش کند از هر نمط
- Hatırına yüz türlü kötü şeyler geliyor, ona türlü ,türlü haber göndermeyi kuruyordu.
-
چون کسی کاو خورده باشد آش بد ** میبشوراند دلش تا قی کند
- Kötü bir yemek yiyenin o yemeği kusuncaya kadar gönlü bulanır.
-
کظم غیظ این است آن را قی مکن ** تا بیابی در جزا شیرین سخن
- İşte hiddeti yenmek budur; onu kusma ki karşılık tatlı sözler duyasın.
-
چون نبودش صبر میپیچید او ** کاین سگ زن روسپی حیز کو 3380
- Sabrı olmadığı için hasta kıvranmakta, “ nerede bu kötü sözlü köpek ki.
-
تا بریزم بر وی آن چه گفته بود ** کان زمان شیر ضمیرم خفته بود
- Söylediklerinin hepsine karşılık vereyim. O zaman tamamı ile hastaydım, aslan gibi olan aklım uyumuştu, hatırıma bir şey gelmedi.
-
چون عیادت بهر دل آرامی است ** این عیادت نیست دشمن کامی است
- Hal hatır sorma, gönül almak ve teselli etmek içindir. Halbuki bu, hatır sorma değil, düşmanlık!
-
تا ببیند دشمن خود را نزار ** تا بگیرد خاطر زشتش قرار
- Düşmanını zayıf ve bitkin bir halde görüp memnun olmak istemiş” diyordu.
-
بس کسان کایشان ز طاعت گمرهاند ** دل به رضوان و ثواب آن دهند
- Nice ibadetten vazgeçmiş, kulluktan çıkmış kişilerin gönüllerinde Tanrı’nın rızasını almak, sevaba nail olmak vardır, bunu umarlar.
-
خود حقیقت معصیت باشد خفی ** بس کدر کان را تو پنداری صفی 3385
- Halbuki bu, esasen gizli bir günahtır. Nice bulanık şeyler vardır ki sen, onları sâf ve berrak sanırsın.
-
همچو آن کر که همیپنداشته ست ** کو نکویی کرد و آن بر عکس جست
- O sağır gibi...Sağır, iyilik yaptım sanmıştı, halbuki aksi zuhur etti.
-
او نشسته خوش که خدمت کردهام ** حق همسایه به جا آوردهام
- O, bir hastaya iyilikte bulundum hatırını ele aldım, komşuluk hakkını ele getirdim diye rahatça oturmuştu.
-
بهر خود او آتشی افروخته ست ** در دل رنجور و خود را سوخته ست
- Halbuki hastanın gönlünde bir ateş alevlenmiş, kendisini de yakmıştı.