-
کاتب آن وحی ز آن آواز مرغ ** برده ظنی کاو بود همباز مرغ
- O Vahiy Kâtibi de kuşun sesini duyup kendini de o kuşla eşit sandı.
-
مرغ پری زد مر او را کور کرد ** نک فرو بردش به قعر مرگ و درد
- Fakat kuş, bir kanat vurup onu kör etti işte... Onu ölümün ve elemin ta dibine kadar götürdü.
-
هین به عکسی یا به ظنی هم شما ** در میفتید از مقامات سما
- Kendinize gelin, sizde bir akis, yahut zan yüzünden göklerdeki duraklarınızdan düşmeyesiniz.
-
گر چه هاروتید و ماروت و فزون ** از همه بر بام نحن الصافون 3415
- Hârût’la Mârût’sanız da, “ Biz sana saf saf ibadet ediyoruz” damının üstünde herkesten ileriyseniz de.
-
بر بدیهای بدان رحمت کنید ** بر منی و خویش بینی کم تنید
- Kötülerin kötülüklerine acıyın. Benliğin kendini görüp beğenmenin etrafında dolaşmayın.
-
هین مبادا غیرت آید از کمین ** سر نگون افتید در قعر زمین
- Kendinize gelin. Tanrı gayreti, pusudan çıkmayı görsün; baş aşağı yerin dibine gidersiniz.
-
هر دو گفتند ای خدا فرمان تراست ** بیامان تو امانی خود کجاست
- İkisi de dediler ki: “ Tanrı, ferman senin,senin ihsanın, senin koruman olmazsa nerede bir ihsan, nerede bir koruyan?”
-
این همیگفتند و دلشان میطپید ** بد کجا آید ز ما نعم العبید
- Hem bunu söylemekte, hem de yeryüzüne inip hükmetmek için yürekleri oynamaktaydı. “ Bizden kötülük gelir mi? Biz ne güzel kullarız!” diyorlardı.
-
خار خار دو فرشته هم نهشت ** تا که تخم خویش بینی را نکشت 3420
- Bunların bu gurur ve istekleri, kendilerini rahat bırakmadı: nihayet bunları kendilerini beğenmiş bir hale soktu.
-
پس همیگفتند کای ارکانیان ** بیخبر از پاکی روحانیان
- “Ey toprağa, suya, yere, ateşe mensup insanlar, ey ruhanilerin temizliğinden haberi olmayanlar.
-
ما بر این گردون تتقها میتنیم ** بر زمین آییم و شادروان زنیم
- Biz şu gökyüzünün üstünde perdeler dokuyor, yeryüzüne inip şadırvanlar kuruyoruz.
-
عدل توزیم و عبادت آوریم ** باز هر شب سوی گردون بر پریم
- Adalet yapar, ibadet eder; her gece yine göklere uçar gideriz.
-
تا شویم اعجوبهی دور زمان ** تا نهیم اندر زمین امن و امان
- Bu suretle de şu devrin şaşılacak büyükleri olur, yeryüzüne adalet ve emniyeti yayarız” diyorlardı.
-
آن قیاس حال گردون بر زمین ** راست ناید فرق دارد در کمین 3425
- Gökyüzü ahvalini yeryüzüne kıyas ettiler, fakat bu kıyas, doğru değil... Arada büyük bir fark var!
-
در بیان آن که حال خود و مستی خود پنهان باید داشت از جاهلان
- Halini, neşe ve sarhoşluğunu cahillerden saklamak lâzımdır
-
بشنو الفاظ حکیم پردهای ** سر همانجا نه که باده خوردهای
- Perde altına girmiş olan Hakîmin sözünü dinle: Şarap içtiğin yere baş koy, yat.
-
چون که از میخانه مستی ضال شد ** تسخر و بازیچهی اطفال شد
- Meyhaneden çıkıp yol, yanılan sarhoş, çocukların maskarası ve oyuncağı olur.
-
میفتد او سو به سو بر هر رهی ** در گل و میخنددش هر ابلهی
- Her tarafa, her yola, çamurların içine düşer, her ahmak da ona güler.
-
او چنین و کودکان اندر پیاش ** بیخبر از مستی و ذوق میاش
- O bu haldeyken onun sarhoşluğundan, içtiği şarabın neşe ve zevkinden haberleri olmayan çocuklar peşine takılırlar.
-
خلق اطفالاند جز مست خدا ** نیست بالغ جز رهیده از هوا 3430
- Tanrı sarhoşundan başka bütün halk, çocuktur. Heva ve hevesinden kurtulmuş kişiden başka baliğ yoktur.
-
گفت دنیا لعب و لهو است و شما ** کودکید و راست فرماید خدا
- Tanrı “ Dünya kuru bir istek, faydasız bir oyuncaktan ibarettir, siz de çocuklarsınız.” Dedi. Tanrı doğru buyurur.
-
از لعب بیرون نرفتی کودکی ** بیذکات روح کی باشد ذکی
- Oyuncağı terk etmedikçe çocuksun. Ruh arınmadıkça nasıl temiz olabilirsiniz?
-
چون جماع طفل دان این شهوتی ** که همیرانند اینجا ای فتی
- Dünyada daima istenen, peşinde koşulan, bir türlü terk edilemeyen bu şehvet; bil ki çocukların cimaı gibidir.
-
آن جماع طفل چه بود بازیی ** با جماع رستمی و غازیی
- Çocuğun cimaı nedir ki? Bir Rüstem’in, bir yiğidin cimaına nispetle oyundan ibaret.
-
جنگ خلقان همچو جنگ کودکان ** جمله بیمعنی و بیمغز و مهان 3435
- Halkın savaşı da çocukların savaşı gibidir. Tamamı ile mânasız, esassız ve hor!
-
جمله با شمشیر چوبین جنگشان ** جمله در لاینفعی آهنگشان
- Hepsi sopadan kılıçlarla savaşırlar. Hepsi faydasız bir şeyle uğraşıp dururlar.
-
جملهشان گشته سواره بر نیی ** کاین براق ماست یا دلدل پیی
- Hepsi, bu bizim Burak’ımız Düldül yürüyüşlü atımız diye bir sopaya binmiştir.
-
حاملاند و خود ز جهل افراشته ** راکب و محمول ره پنداشته
- Sırtlarında yük var, fakat bilgisizliklerinden kendilerini yüksek görüp ata binmiş, yol gidiyor sanırlar.
-
باش تا روزی که محمولان حق ** اسب تازان بگذرند از نه طبق
- Hele dur... halk atlıları, bir gün atlarını sürerek dokuz kat gökten geçsinler de bak!
-
تعرج الروح إلیه و الملک ** من عروج الروح یهتز الفلک 3440
- O gün ruh ve melek Tanrı’ya yücelir. Ruhun yücelmesinden gök titrer!
-
همچو طفلان جملهتان دامن سوار ** گوشهی دامنگرفته اسبوار
- Siz ise umumiyetle çocuklar gibi eteğinize binmişsiniz... Ata binmiş gibi eteğinizin ucunu tutmuşsunuz!
-
از حق إن الظن لا يغنی رسید ** مرکب ظن بر فلکها کی دوید
- Tanrı’dan “ Şüphe yok ki zan fayda vermez” hükmü gelmiştir. Zan merkebi nerede gökler koşacak?
-
اغلب الظنین فی ترجیح ذا ** لا تماری الشمس فی توضیحها
- İki türlü zan olursa kuvvet hangisindeyse o tercih edilir. Fakat güneş zuhur etti mi... onun varlığında ve parlaklığında inat edilmez.
-
آن گهی بینید مرکبهای خویش ** مرکبی سازیدهاید از پای خویش
- İşte o zaman bindiğiniz şeyleri görürsünüz; anlarsınız ki ancak ayaklarınıza binmişsiniz...
-
وهم و فکر و حس و ادراک شما ** همچو نی دان مرکب کودک هلا 3445
- Vehmi, fikri, duyguyu, anlayışları sopa gibi çocuk atı bil!
-
علمهای اهل دل حمالشان ** علمهای اهل تن احمالشان
- Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır. Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür.
-
علم چون بر دل زند یاری شود ** علم چون بر تن زند باری شود
- Gönle uran, adamı gönül ehli yapan ilim; insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insana mal olmayan ilim yükten ibarettir.
-
گفت ایزد یحمل اسفاره ** بار باشد علم کان نبود ز هو
- Tanrı “ Yahmilü esfâra-Tevrat’ı bilip onunla amel etmeyen kitap taşıyan eşeğe benzer” dedi. Tanrı’dan olmayan bilgi yüktür.
-
علم کان نبود ز هو بیواسطه ** آن نپاید همچو رنگ ماشطه
- Tanrı’dan vasıtasız olarak verilmeyen ilim, gelini süsleyen kadının ona sürdüğü renk gibi diri kalmaz, uçup gider.
-
لیک چون این بار را نیکو کشی ** بار بر گیرند و بخشندت خوشی 3450
- Fakat bu yükü iyi çekersen yükünü alırlar, rahat ettirirler.
-
هین مکش بهر هوا آن بار علم ** تا ببینی در درون انبار علم
- Heva ve heves uğrunda o bilgi yükünü taşıma ki içindeki ilim ambarını göresin.
-
تا که بر رهوار علم آیی سوار ** بعد از آن افتد ترا از دوش بار
- İlmin rahvan atına bindikten sonra sırtından yükü alırlar.
-
از هواها کی رهی بیجام هو ** ای ز هو قانع شده با نام هو
- Tanrı kadehi olmadıkça heva ve heveslerden nereden geçeceksin? Ey Tanrı’ya ait yalnız “Hu” ismine kani olan!
-
از صفت و ز نام چه زاید خیال ** و آن خیالش هست دلال وصال
- Sıfattan, addan ne doğar? Hayal! O hayal, sahibine ancak vuslat delili olur.
-
دیدهای دلال بیمدلول هیچ ** تا نباشد جاده نبود غول هیچ 3455
- Medlulü olmayan bir delalet edici hiç gördün mü? Yol olmadıkça katiyen gül de olmaz...
-
هیچ نامی بیحقیقت دیدهای ** یا ز گاف و لام گل گل چیدهای
- Hakikatı olmayan bir adı hiç gördün mü; yahut Kâf ve Lâm harflerinden gül topladın mı?
-
اسم خواندی رو مسمی را بجو ** مه به بالا دان نه اندر آب جو
- Mademki ismi okudun; var, müsemmayı da ara. Ayı gökte bil derede değil!
-
گر ز نام و حرف خواهی بگذری ** پاک کن خود را ز خود هین یک سری
- Addan ve harften geçmek istersen hemencecik kendini tamamı ile kendinden arıt (yok ol!)
-
همچو آهن ز آهنی بیرنگ شو ** در ریاضت آینهی بیزنگ شو
- Demir gibi demirlikten çık, renksiz bir hale gel. Riyazatta tozsuz passız bir ayna ol!
-
خویش را صافی کن از اوصاف خود ** تا ببینی ذات پاک صاف خود 3460
- Kendini kendi vasıflarından arıt ki asıl kendi sâf, pak zatını göresin.
-
بینی اندر دل علوم انبیا ** بیکتاب و بیمعید و اوستا
- O vakit kitap, müzakereci ve üstat olmaksızın gönlünde peygamberlerin ilimlerini görür bulursun.